BAĞLANTI

İnsanoğlu inisiyatifi haricinde önceden belirlenen çizgisinde yürür. Başlangıç noktasını hiçbir zaman ve yerde kendisi belirleyemez. Durum sadece bununla da sınırlı olmasa gerektir. Muhtemelen sonrakilerde de kendi payına düşen fazla bir alternatif kalmaz. Ucu açık olduğundan görebildiği, hayal edebildiği, zannettiği tarikte ilerler. Aşması, zorlaması, yorulması gerektiğini düşünür. O zorladıkça zorlar, daha fazla zorlanır, ilerledikçe daha fazlası için yürür. Vitesi büyüterek yoluna devam etme gereği duyar. Vazgeçip kenara çekildikçe, teslim oldukça muhafaza bir yana daha fazlasını yitirir. Yerinde sayma ihtimali bulunmamaktadır. Hayat serüveni böyle bir duruma kesinlikle müsaade etmez. Bunu düşünme, gerçekleştirme şansı yoktur.Tercihleri yolunu belirlediği gibi sonunu da belirler. En sonda hükmün yer alması bir gelenek haline gelmiştir. Hüküm sahiplerinin duruş noktalarına göre başarılı ya da başarısız ilan edilir. Gündelik menfaatler ortadan kalktığından ideolojik değer yargıları aşılması zor bir şekilde öne çıkar. Olumlu - olumsuz fark etmez, her iki hususa haklılık payı çıkaracak ifadeler, kanaatler, istatistiki veriler ile bilgiler sunulur. Duruş noktasına göre sahiplenilerek taraf olunur. Tam anlamıyla bir uçurum meydana getirilir. İki kenar arasında her hangi bir şekilde köprü oluşturma şansı kalmaz.Birbirine zıt görülen bu kavramlar; şu anda gelecekteki pozisyon belirlenemeyecek bir şekilde eğitim hayatında uç noktalar kabul edilmesine mukabil, devlet hayatında pek kabul görmemiştir.Hattı zatında başarı bir süreçtir. Siyasetten - ekonomiye, hukuktan - kültüre, spordan - sanata hangi alanda olursa olsun takip edilemeyen süreç çok geçmeden başarı olmaktan çıkıp taşınamayacak bir yük haline gelmektedir. Aklı baştan çıkaran başarı zafer sarhoşluğuna neden olur ki bu daha da tehlikelidir. Travma olmaksızın ayılma neredeyse imkansızdır. Bilerek ya da bilmeyerek bünyenin tamamen ortadan kaldırılmasına neden olunabilir.Uç kavram devlet yönetiminde rakiplerde ya da birbirini izleyen dönemlerde çok daha keskin hale geldiği gibi Türklüğün her şeyi demek olan en büyük siyasi organizasyonunda, kendisini yok etme hükmüyle birlikte işlenir.Halefler, selefleri hakkında geleceği yok etme iddiasında bulunmaktan çekinmezler. Kendinden geçercesine önceki halkalardan kurtulma yarışına girilir. Büyük, ebed - müddet, bir ve beraber olmanın gerekleri görmezlikten gelinir. İddialar artık devlet mekanizmasından kopar sanat, edebiyat, tiyatro, medya gibi alanlarda alabildiğince işlenir. Etkinlikler süreklilik arz eder.Sınır konulmadan devam eden yürüyüş, dışarıdan gayet net görülebilen, hayranlık uyandıran kesin bir duruşa dönüşür. Yaşam devam ettiği müddetçe kanaatleri değiştirmeye çalışmak boşa bir emek olarak kabul edilir. Verilen hükmün dışında farklı bir kararın filizlenmesine bile izin verilmeyecek bir noktaya ulaşır.İstikbal arayanlar, zikzak çizenler, pusuya yatıp bekleyenler, havayı koklayanlar, rakiplerinin sersemlemesine zemin hazırlayanlar, zeytin yağı misali üste çıkanlar, hep kazanan kümesinde taraf değiştirenler; düşüncenin gelişmesinden ziyade karanlık kulvarlarda kendisini dümen suyuna bırakma fırsatını kolayca bulabilirler. Onlar tahmin bile edemedikleri ile birlikte hareket etmekte, ittifaklar oluşturmaktadırlar. Çağdaş gelişmelerin hızı, kargaşası, karmaşası, yoğunluğu dünün hatırlanmasını engellemektedir. Hatırlatıldığında dün çoktan dünde kalmış olmaktadır. Aslında bugün çoktan yitip gitmektedir.Aktüalitenin devamı ve kabulünde güncel sanat dalları üzerinden mesafe alınmaktadır. Böylelikle güncellik yakalanmakta, kültürel zenginlik sağlanmakta ve yeni sanat dalları ile sanatçılara kapı aralanmaktadır. Öndekilerden ziyade arka sıralara kadar uzanabilenler medeniyet yolunun göstergesi olmaktadır.XIX. yüzyılın sonunda oldukça cılız bir sanat dalı ortaya çıkar: Sinema. Takvimler 1896 yılını göstermektedir. Lumieres kardeşler tarafından tasarlanıp, hazırlanan ve koca bir tren lokomotifinin istasyondan hareketini gösteren filmin göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman içinde dünyanın hayal, finans, endüstri gündemine oturacak bir sektörün başlangıcı olabileceğini düşünen kimse yoktur. Sanat dalına start verenlerde bile toplumsal, kültürel boyut, ekonomik gelecek ile ilgili her hangi bir düşünceleri bulunmamaktadır.Sinema konusunda sürdürdüğümüz çalışmada açıkça fark ettiğimiz husus; araştırmaların çeşitli cihetlere yönelik hamleleri olacaktır. Burada devlet adamlılığının ileri görüşlülüğüne ya da dünya ile bütünleşme planlarına örnek teşkil edecek, tarihi bir hususiyete temas edeceğiz.Perdede hareketliliğin başladığı yıl felaket tellalcilerinin kaleminde ve sahnelerinde karanlık yıldız dünyası aslında tünelin ucunda cılız bir ışık olduğunu ortaya koymasının örneklerinden birisi Türkiye'de sinema gösterilerinin başlangıcı olmuştur.Bent olsun olmasın su, mutlaka yolunu bulur. Dünyanın kuralıdır bu. Sinema da şehirlerin daha doğrusu dışarıya açılan şehirlerin, toplumların gündelik yaşamının, kültürel etkileşiminin parçası haline gelmiştir. Yıldız sarayından sonra doğal olarak birbirinden farklı unsurları barındıran payitahtta sinema salonları açıldı. Onu da yüzyıldır kaynamakta olan Balkanlarda, batıya havalandırma boşluğu Selanik ile Anadolu'nun Avrupa giriş çıkışı İzmir'de sinema salonları birbirini izledi. Farkına bile varılamadan en girilmez noktalara bırakılan birer oyuncak gibi, bir anda gelecek çalınıverdi. Oldukça iddialı olan bu ifadenin açılımı araştırmalarla birer birer ortaya konulduğunda, dozunun aşırı değil, normalin bile altında olduğu görülecektir.Tarihçiliğin ağır ve katı disiplinindeki değişimlerin hem geç, hem de zor gerçekleşmesi bazı beleş sıfat sahiplerinin oturdukları kulvarlar, işi imkansız hale getirebilmektedir. Ancak suyun mecrasına er ya da geç ulaşacak olması işgalcileri, işbirlikçileri, beleşçileri, kolaycı menfaatperestleri, düzeni bozanlara yönelen iftiracıları ile yalancı-ispiyoncuları her zaman olduğu gibi ortadan kaldıracaktır. Vuslat mutlak surette gerçekleşecektir.Serüven adamlılığından dem vurmuştuk. Medeniyet yolunun vazgeçilmezlerinden birisi olduğunun, isteyenin kafasına göre, bu şekilde yaşayıp o unvanı alamayacağının altını çizmiştik. Öyledir.1914 yılında ülkede Moskof kavramına herkes kinlenmektedir. O sıralarda vatani görevini yapmakta olan Fuat Efendi içindeki film tutkusuyla, Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışını filme çekti. Ülkede sinema ve film alabildiğine vardı, sektörden bahsedilmemekte idi. Böylelikle sinemacılık da büyük bir şevkle başlamış oldu.Devlet adamlılığı ile sanat arasındaki bağlantının hep sürdüğü ortadadır. Harbiye Nazırı Enver Paşa 1915 yılında Merkez Ordu Sinema Dairesi'ni kurdu. Ordunun sadece siyasetle değil aynı zamanda sanatla da iç içe olduğu gösterdi.Enver Paşanın teşebbüsüyle Türkiye'ye ziyarete gelen yabancı devlet adamları film karelerine alınmış oldu. Bunun yanında öykülü film denemeleri de mümkün hale geldi. Böylelikle çok yakında insanların rüyalarını süsleyecek, büyük bir eğlence ve gelir kaynağı, hayallerinin yıkılışının simgesi bir sektör ülkede fiili hale dönüştü.Her şeyde olduğu gibi sinema filmlerinin de birer hikayesi bulunmaktadır. O yüzden sinema tarihimizde filmlerle tek tek ilgilenmekte fayda vardır. Film, sadece anlık bir meşgale olabilmesi gayesi ile çekilmemiştir.Sinema, Kültürümüzün bir parçası olarak kabul edilmelidir. Hiç değilse görüntüler bile önemli bir kaynak durumundadır. Günümüzden yarım asır önce İstanbul'da çekilmiş olan bir filmde şehrin o günkü görünümü hakkında tarih, sosyoloji, coğrafya bilimleri olduğu kadar şehircilik ve mimarlık sahasında da mühim ipuçları bulunmaktadır.Manzara ve görüntü aynı zamanda teknik açıyı da gündeme taşır. Bunların değerlendirilmeleri sinemacılık alanında çalışanlarca yapılmaktadır bundan sonra da yapılmaya devam edecektir. Filmlerin yapım hikayeler bir takım fikirlerin çıkmasına izin vermektedir.Leblebici Horhor ilgi gören bir tiyatro eseri olarak perdeye aktarılmak istendi ama başrol oyuncusunun ölümü ile yarım kaldı. Alternatifler olmadığından filme devam edebilme imkanı bulunamadı.Himmet Ağanın İzdivacı çekilmeye başlandı fakat Türklüğün kalbinin attığı, durdurulmak istendiği Çanakkale cephesine, hemen bütün erkekler çağrılınca oyuncular da kendilerini bir anda cephede buldular ve film ancak Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 1918 yılında tamamlanabildi.Pençe ve Casus Türkiye'de kesinti olmadan tamamlanabilen ilk film olmuştur. İletişim sektörünün öncüsü ve yönlendiricisi bir ailenin, bu alanı ne kadar hak ettiğini ortaya koyan en iyi örneklerden birisidir.İtilaf devletlerinin işgali altındayken Mürebbiye filminde Fransızlar hakkında gerçekçi hususları göstermesine tahammül edilemedi. İşgalciler bunu kötü algıladıklarından sansür ile tanışan ilk Türk filmi oldu....Sanata, sanat dallarına ve sanatçılara yaklaşım tarzı ile medeniyet yolu arasında kopma ihtimali olmayan bir bağlantı bulunmaktadır. Ortaya çıkışından bugüne kadar sinema sanatı da aynı hususu göz önüne sermektedir.Doç. Dr. Turan AKKOYUNAfyon Kocatepe ÜniversitesiAtatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri