Gerilerde kalan bir genel seçim daha yaşanıp bittiğinde, yerel seçimlerin değerlendirmesi yapılıyor. Yapılmaya da devam ediyor. Kişi ve kurumlar kendi ideolojisine ve siyasetine göre bir bakış ve görüş veriyor. Bir geri dönüş izliyorsunuz. Geri dönüşün adresinin, dürüst ve bağımsızlıkçı kişilerden yana olduğu görülüyor. Partilerden ziyade dürüst adayların öne çıkması, elbette en önemli gelişme. Güçlü adaylar etrafında birleşme fikrinin filiz vermeye başlaması insanlara umut veriyor. Amerikancı Kul Partilerin son durumu Batıyı (emperyalizmi) telaşlandırıyor. Zaten gelen beyanatlarda bu vardır: “AKP’nin reformları yapmak için zamanı yok” Reformlardan kasıt birilerinin kendilerinin Türkiye’den istekleridir. Onların isteklerinin Türkiye’deki adı reformdur. Bazı siyasi partilerin, program olarak iktidardan farlı bir şey söylememesine rağmen, karşıtı konumunda olması oyunu ve Büyük Ortadoğu Projesine karşıymış görüntülerin verilmesi, bölünmeye karşı hassas kişiler üzerinde etkili olmaktadır. Ana ve yavru muhalefetin başarısızlıklarındaki en önemli etken; programsızlık olarak görülmektedir. Seçim konuşmalarında bağımsızlık vurgusunun yapılmaması, Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili hiçbir söylem geliştirilmemesi, Tanzimatçı bir çizgi izlenmesi, başarısızlığın kaynağı olmaktadır. Keza, Güneydoğuda toprak ağalığından beslenen iki kuvvete karşı toprak reformu programının ağızlara alınmamış olması bu bölgede başarısızlığın en önemli etkenidir. Yakın zamanlara değin PKK’ya karşı yürütülen yanlış siyasetler, DTP’nin güçlenmesine yaramıştır. AKP’nin emperyalizmin güdümündeki politikalar ile yöre halkına yaklaşması bölünmeyi derinleştirmiştir. Yöre halkı, Batı destekli bölücülüğü, Batı destekli irticaiyi tercih durumunda bırakılmıştır. Türk halkı Batı destekli İrticaiye dur demesine karşın, seçimlere iki ana gurubun katıldığı izlenimi verilmektedir. Ülkemizde yapılan yerel seçimlerin, liderlerin boy gösterme yarışı içinde geçmesinin asıl nedeni budur. Nitekim ortaya çıkan tablonun, Avrupa Birliği taraftarları ve karşıtları olarak değerlendirilmesi sağlıklı yargıya götürecektir. Alanların sesi bir hayli kısıldı ve önümüzde, bu derin sessizlikten sonra çok sesli bir dönem başlıyor. Bu dönem artık suskunların, yani uzun soluklu sessiz kalmış muhalefetin sesi olacak. ‘Demokrasi’ deyip demokrasiden anlamayanlara, “Aydınlık yarınlar deyip” bugünleri karartanlara, “Özgürlük ve barış ve kardeşlik” deyip, ülkeyi kamplara bölenlere ve her olanağı değerlendirip, yarınları gösterip, yüzyıl geriye vuranlara bu kez hem sandıklarda ve hem de seçimin ardından alanlarda gereken yanıt verilecektir. Onlar ne denli “Yalan!” deseler de, yandaşları ne denli abartsalar da siyasetçiler kaygılılar ve bir puanlık oy kayıpları bile onları perişan etmeye yetiyor görünüyor. Herkes “görmek istediğini görüp yansıtmakta” mahirce davransa da, bu kez yanılgı payları son derece yüksek ve donuk gözlü kaygılılarla, parlak gözlü kendinden eminler aynı caddede kaldırımda yürüyor. Yandaş yorumcular bunları göremiyorlar; çünkü yalnızca bakıyorlar ve aynı söylemleri yineleye-yineleye ekrandan ekrana taşınıyorlar. İşte bu bıktıran “sözler ve yüzler” bir dönem, “Kenan Paşa”, bir dönem “Özal Amca” diyenlerin alan çığlıklarına benziyor. Sonuç aynı çığlıkların sahiplerinin verdikleri sandık yanıtı ve itildikleri yalnızlıklar... Son savlar ve son tav(lamalar) geçer akçe olmayıp artık iktidar partisinin oy kaybına neden olmaktadır ve kaybolan her oy ile muhalefet artı puanlarına puan yazmaktadır. Ama hangi muhalefete? İktidar partisini ve liderlerini bir dönem efsaneleştirenler, çeşitli nedenlerle olaylar ya da cezalar ya da ithamlar kendilerine yöneldikçe vaveylayı kopartmaya başlamış ve bu vaveylanın sahipleri bir dönemin destekçileri olarak pişmanlıklarını doğrudan-dolaylı dillendirmeye başlamışlardır. Bu sesler var olan muhalif seslerle birleşince ortada ne tek parti iktidarı, ne de o partinin adı kalır. Zaten, tarihten ders almak da budur. Ders almayıp şımaranlar, çok yakın geçmişi iyi irdelemesi gerekiyor.