ÖZÜMÜZDEKİ GİZLİ HAZİNE “Allah” (25)

İnsan ve İnsan Gerçeği (2)Konunun iyi anlaşılması için dünkü yazının son parağrafı ile başlıyorum.Birinci yol; tikelden tümele, yani zerrelerden bütüne, olaylardan kanunlara gidilerek izlenen bir yoldur ve deneylere dayanır. Örneğin: Doğuştan kör olan beş kişinin önüne hayatlarında hiç görmedikleri bir fil getirilir ve bu file dokunarak bunun nasıl bir hayvan olduğu kendilerine sorulur.Bu insanlar, teker teker önlerindeki hayvana elleriyle dokunurlar: Gövdesine dokunan şahıs, “iri yarı oval bir gövdesi; bacaklarına dokunan şahıs, “sütuna benzeyen kalın bacakları, kulağına dokunan kimse, “tepsiye benzeyen büyük bir kulağı, kuyruğuna dokunan kimse, “ucunda püskülü olan, kırbaç gibi bir kuyruğu, sonuncusu da, “uzun boruya benzer bir burnu “ olduğunu söylerler.Elinde kalem olan bir kişi, önce iri bir gövde çizer, buna kalın bacaklar ilave eder. Daha sonra sırasıyla tarife göre bir kulak, bir kuyruk ve bir burun (hortum) ilave eder. Böylece parçaları bir araya getirip yerlerine koyduğumuz zaman, istenilen gerçek ortaya çıkmıştır. Burada gerçek olan “fil”dir.İkinci yol; tümelden tikele, yani bütünden parçalara, kanunlardan olaylara doğru izlenen bir yoldur ki akıl ve ideal yoludur.Bir başka yol da “Sezgi” yoludur: Sezgi yolu; bir ilham, bir vecd, tefekkür, gerçekle doğrudan doğruya ilgi kurma yoludur. Bu yol aşk ve muhabbete dayanır. İnsan, bir anda vecd ile kendinden geçer ve ilâhi aşka gelerek, özündeki Zat (HU) ile bütünleşerek, kendi Zat’ı “HU” da kendi varlığını yok eder ki, bu mertebe “içlik”,yani yokluk mertebesidir.Ne aradığını bilmeyen, bulsa da onun farkına varamaz sözünden hareket eden kâmil insan, gerçeğin ne olduğunu önce kendi aklı ile bilir, daha sonra da bu akıl ile elde ettiği bilgisini “sezgi” ile bulur ve yaşar. Sonunda da aradığı gerçeğin kendisi olduğunu öğrenir ve kendisi olur.Aslında her insan aynı yolu izleyerek, kendisini kendi varından, var eden “Zat”a ulaşmış olur ve kendini bulur.Bu bilme ve bulma metotlarının gelip dayandığı en son nokta, asıl bilinmesi gereken insanın kendisidir, insanın kendi nefsidir, daha doğrusu kendi özüdür.İşte insan, bu gerçekleri bilirse, nereden gelip nereye gideceğini de bilip, nefsine ve Rabb’ına ârif olursa, böylece de kendi bilinmezliğini, kendi muammasını bilmiş olur ki bu da her insanın ulaşmayı arzu ettiği bir gerçektir, yani ölmeden önce ölmektir.Allah’ın doksan dokuz güzel ismine ve daha ne kadar güzel sıfatı, yani Esmaları varsa genel olarak hepsine birden “subhani” sıfatlar veya Esmalar denir. İnsan da subhani sıfatlar üzere yaratılmıştır ki, bütün bu sıfatlar, insandadır. Yüce Allah, Kuran’da; “ İnsanı ahseni takvim" (1) üzere, yani en mükemmel olarak yaratmış, tüm celâl ve cemâl sıfatları, onun üzerinde toplamıştır. İnsandan başka tüm varlıklar, Allah’ın Zat’nın sıfatlarıdır. İnsan ise Allah ile varlıklar arasında her şeyi kendisinde toplayan bir berzah noktasıdır. Başka bir deyişle insan, Allah ile âlemdeki varlıklar arasında bir kavşak noktasıdır. Ancak, bu kadar mükemmel olan insanın da kendisini kendi varından var eden Rabbi’ne karşı yükümlülükleri bulunmaktadır ki, insan bunun bilincindedir.Yarın insan ve insanın evrendeki yeri bölümü ile devam edecek.Hakkı SAYGI_____________________1) Tin Suresi, 4iPhone’umdan gönderildi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Manşet Haberleri