Zat-ı Mutlak’ın Zuhuru (II) -1Diğer bir sudür öğretisine göre ise Allah’ın görünmez alandan görünür alana çıkışını şöyle anlatıyoruz: Kuran’da: “O, Evvel’dir, Ahir’dir, Za hir’dir, Batın'dır. (1) Bu ayette zikredilen Allah’ın “Zahir” (görünen) ve “Batın” (görünmeyen) iki vasfı olduğunu görüyoruz. . Daha önce verdiğim “Kenzen mahfiyen” kutsi hadisinde ise Allah, “bilineyim istedim de bilinekliğim için âlemleri halk ettim” diyor, yani kendisinin bilinmesini istiyor. Görüldüğü gibi, başlangıcı ve sonu bilinmeyen “ezeli olarak var olan “Zat-ı Mutlak”, zikredilen kutsi hadise göre, ne ismi var ne cismi var.. O’nun varlığından haberdar olan herhangi bir başka varlık yok. Öyle ise O’nun Zat’ından haberdar olacak bir başka varlıklar da olmalıydı.İşte bunun için O, Zat-ı Mutlak, bir önceki bölümde ifade ettiğimiz gibi, kendine bir âlem halk etti ve ona kâinat adını verdi.. Daha sonra o kâinattan bir “ÖZ” halk etti ve o “ÖZ'e ”, “İnsan” adını verdi ve. onu yeryüzünde. Kendisine halife yaptı. O, Zat-ı Mutlak (Allah) ki, halk ettiği insanın gönül evinde kendisini “Sultan” eyledi ve kendi sultanlığını, insanın gönül evinde gizlenerek sürdürdü. Öyle gizlendi ki, bizzat insanın gönül evinde olduğu halde insan, O’nun kendi gönül evinde, yani kendi Öz’ü olduğunu bir türlü anlayamadı. Böylece O, kendisini, insanın sıfatında gizlemeye devam etti. Ancak gizlenmesine rağmen, kendisi, bulunduğu gönül evinin penceresinden halk ettiği kâinattaki kendi varlığını, kendi tecellilerini, yani tüm âlemi izlemeyi sürdürüyordu.O, “Gönül Sultanı”, kendisini gizlemeyi, insana fark ettirmemek için ise insana “şüphe/vehim” duygusu verdi. İnsan ise o şüphe duygusuyla O, Sultan’ı, yani kendi Öz’ünü orada, burada, yerde ve gökte aradı durdu. O, gönül Sultamı veya Zat-ı Mutlak, insandaki bu “şüphe veya vehim” duygusunu, yine insanın kendi “nefsine” verdi ve insan, kendi nefsine uyduğu müddetçe hep şüphe etti, bir türlü özündeki “Gizli Hazine”yi fark edemedi.Bu gizli hazine, yani “HU”, tüm gizlenmesine rağmen, bazı kimselere kendisini fark ettirdi. Bu gerçeği fark eden o kimseler, hiç tereddüt etmeden özlerinde var olan o Gizli Hazine’ye, yani “HU” ya, “Amentü Billahi” diyerek iman ettiler. Bu kimselere “Veli” veya “Ermiş” denildi. Bu veliler, diğer insanlara bu “Gizli Hazine’den çok söz ettiler ama o şüphe nedeniyle bazı istisnalar hariç inanların pek çoğu bir türlü kendi özlerindeki gizli hazineyi, yani “HU” yu fark edemediler.Burada duyduğum zaman çok etkilendiğim bir sohbetten söz etmek istiyorum. Vaktin birinde Öz’ündeki yüce Sultan’dan haberdar olan bir gönül insanı, taşındığı bir mahalede, kendisiyle sohbet edebilecek bir kimsenin olup olmadığını sorar.Kendisne bir fıçıcı ustasından söz ederler. Bu gönül dostu bir gün kalkıp fıçıcı ustasına ziyarete gider. Selam verip içeri girdiğinde usta, bir fıçının çemberini sıkıştırmakla meşguldür. İşini tamamladıktan sonra, gelen misafire dönerek, “aleyküm selam” der ve usta ile misafir hiç konuşmadan bir müddet göz göze bakışırlar.Daha sonra sohbete geçerler, kısa bir sohbetten sonra misafir ustaya, “ustcığım, bana içine sığabileceğim bir fıçı yapar mısın” diye sorar. Usta , “evet yaparım ama bu fıçıyı ne yapacaksın?” diye sorar.Devamı yarın..Hakkı SAYGI_____________________1) Hadid Suresi, 3