Zat-ı Mutlak’ın Zuhuru (I)Daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, Allah Kuran’da şöyle ifade edili-yor:“O, Evvel’dir, Ahir’dir, Zahir’dir, Batın’dır. ” (1) Şu hadis-i kuts-i de , “Kenzen mahfiyyen” (gizli bir hazine.) ifadesi ile kendi varlığını, hakikatini bildirmektedir, yani kendi varlığından bizleri haberdar etmektedir.Ezeli olarak var olan “Zat-ı Mutlak” veya “Tüm Âlem Ruhu”nun: “Ben gizli bir hazine idim” diyerek, kendisinin henüz bilinmediğini, ve kendisinin bütün varlık âleminin tek sahibi, yegane maliki ve şeriksiz Haliki olduğunu bildirmek istiyor.Bunun için de görünmez alandan görünür alana çıkmak istiyor. Ezeli olarak var olan Zat- Mutlak’ın , “mutlak ve mukayyet” olarak iki vasfı mevcut. Mutlak olan vasfına “ZAT (HU)” diyoruz. Tüm varlıklarda ayrı ayrı sıfatlarda görünen vasfı ise mukayyettir ki, ona “Allah” diyoruz.Buraya kadar anlatmaya çalıştığım bu hususları, bir de teşbih (benzetme) ve tenzih ederek, felsefi bir terim olan “Sudür” öğretisine göre, yani satırlardan değil, sadırdan anlatmaya çalışacağım.Zat-ı Mutlak: Ezelde (evvel) kâinatın tüm bilgi ve sırlarını içerisinde gizleyen bir çekirdek, yani bir data (Allah’ın, Allah’lık vasıflarını ihtiva ettiği genetik bilgi) idi. O, yüce kudret, yani Allah; görünmez alandan, görünür alana çıkmayı diledi de çekirdek (tohum) çatladı, nur halinde bir ışık kütlesi haline geldi. Bu nur kütlesi, aynı atom, (son zamanlarda bunu kuantum olarak ifade ediyoruz.) kütlesi gibi, bölünebilecek en küçük zerrelere yani kuantlara bölünerek, zerre zerre sonsuzluğa yayıldı. Bu zerreler, yani kuantlar, O, yüce varlığın öz cevherinden meydana gelen, “genetik bilgisi” idi. Yani, Allah’ın ilim, irade ve kudretini” ihtiva ettiği genetik bilgi, biz buna “data” da diyebiliriz. Bölünerek kuantlar haline gelen bu nur kütlesi, zerre zerre sonsuzluğa yayılarak, kalp gibi çarpan, ışıl ışıl parlayan kâinatı (âlem) meydana getirdi. Sonsuzluğa yayılan bu nur zerrelerine biz “ruhlar” diyoruz. Bu defa O, yüce yaratan, kendi güzelliğine, yüceliğine, sonsuzluğuna ve büyüklüğüne, yani Allah Esması’nın oluşturduğu tüm vasıflarına hayran olsunlar diye, bu ruhlara kendi öz cevherinden emanet olarak sıfatlar vererek, onları farka getirdi. Yani onları görünmez alandan, görünür alana çıkardı ve böylece insanoğlu ve tüm varlıklar yaratılmış oldu. Dolayısıyla “ezeli olarak var olan Zat-ı Mutlak”ın kendisi de farka gelmiş oldu, yani görünmez alandan, görünür alana çıktı. (2)O, “Zat- ı Mutlak” ki (Allah) farka gelen bu zerrelere, “elestü bi-rabbiküm?” (3) diye hitap etti, yani “ben sizin Rabbiniz değil miyim” dedi. O vakit farka gelen ve şuur bilincine ulaşan insanlar, “evet sen bizim “Rabbimizsin”, yani bizi kendi varından var eden sensin” dediler. Böylece “Allah ile farka gelen, yani beden ve şuur bilincine ulaşan insan ile Allah arasında bir “ikrar”, yani sözleşme meydana geldi. İşte, kâinatı kaplayan görünür görünmez tüm yaratıklar ve insan, hep bu nesnel evrenin ufaltılmış, toz haline getirilmiş kuantlarından başka bir şey değiliz, aslında bizler de kendi nispetimize göre oyuz. O ise tüm bu varlıkları halk eden değil, ta kendisidir.Zat-ı Mutlak’ın Zuhuru (II) ile devam edecektir.Hakkı SAYGI____________________________1) Hadid suresi, 32) Bu iki parağrafta anlatılanlar tamamen “Sudûr” öğretisine dayanır. Sudûr; varlığın mutlak birden çıkıp, bir sıra düzeni içinde evreni oluşturması anlamında felsefi bir terimdir.3) A’raf Suresi, 172Evren üzerinde var olan bütün varlıklardaki görünen enerji ve maddi olan ne varsa, kuaantlardan oluşmuştur.