Hukuki dilekçe yazımı çok teknik bir iş.Her ne kadar avukatlar arasında da bu özelliğin yalnızca dilekçe yazdıkça ya da tecrübeyle gelişeceğini savunan kimseler olsa da bunlara katılmam mümkün değil. Yanlış bir metodu sürekli uygulasanız da tam anlamıyla doğru sonuçlar vermeyecektir.Türkçe kaynak olarak yakın tarihli iki kitaptan başka, hukuki dilekçelerin nasıl yazılacağı konusunda bir kaynak bulunmuyor ancak hazır dilekçelerin yer aldığı pek çok kitap ve dijital kaynak mevcut.Hukuki dilekçe yazımı eğitimi, çoğu hukuk fakültesinde üstün körü geçilen, avukatlık stajında da yine yanında staj yaptığınız avukatın sahip olduğu bilgi dahilinde öğrenebileceğiniz bir konu. Ancak bu öğrenme yönteminin şöyle bir sıkıntısı var,ya öğrendiğin kişi konuyu bilmiyorsa ya da eksik biliyorsa o zaman ne yapacağız?Bu işin hem hukuk fakültelerinde hem de hukuk eğitimi sonrası yapılan baro staj eğitimlerinde ciddiye alınması gerekiyor. Geçmişte yaşadığım bir olaydan sizlere örnek vermek istiyorum. Elbette işini düzgün yapan arzuhalcilerimiz var, buna saygım sonsuz.Bir arkadaşıma baro tarafından verilen adli yardım görevlendirmesinde bir boşanma davası gelmişti. Dava dilekçesini arzuhalci yazmış, dilekçe bitiminde davamızın kabulüne yazacağına, davanın reddine yazmış, yani açtığı davanın reddini istemiş.Davacının verdiği ikinci dilekçe olan cevaba cevap dilekçesini arkadaşımın vermesi gerekiyordu, arkadaşım bu hatayı düzeltmek için epey uğraşmıştı. Eski bir Yargıtay kararında geçtiği gibi, dava dilekçesi davanın alın yazısıdır, alt tarafı bir dilekçe deyip geçmemenizi öneririm.
Analitik Felsefe
Üniversite yıllarında çoğu öğrenci felsefe kitapları okumaya özenir, ben de bunlardan biriydim.Nietzsche, Kafka, Eflatun, Aristo… Bu düşünürlerin bazı kitaplarını okuyup hoşuma giden fikirlerini ezberleyip arkadaş ortamında dile getiriyordum, bunu yaparken filozofların düşüncelerini yeterli zihni sorgulamadan geçirmiyordum, bir filozofun kitabını okuduğumda onun fanatiği oluyordum, başkasını okuyunca da bir öncekini bırakıp en son okuduğum kişi kimse onun fikirlerinin daha doğru olduğunu düşünüyordum.Bu düşüncemde bana lise ve öncesinde eleştirel düşünce eğitimi verilmemesi ve felsefe dersi adı altında felsefe tarihi öğretilmesi çok etkiliydi. Sonra Zizek isimli bir felsefeciyle tanıştım, onunözelliği lacancıpsikalist ile diyalektik materyalizmi birleştirdiği bir yöntemle filmleri analiz yapmasıydı, bunu gördüğümde müthiş bir şey keşfettiğimi düşündüm, artık felsefe soyut bir vasıta olmaktan çıkıp somut bir araca dönüşmüştü.Yakın dönemde Öncül Analitik Felsefe Dergisi ve kurucularından Berat Mutluhan Seferoğlu ile sonrasında da Enis Doko aracılığıyla analitik felsefe ile tanıştım. Analitik felsefe, felsefe deyince çoğu kişinin aklına gelen kıta felsefesine alternatif bir felsefe ekolüydü.Kıta felsefesinin çoğunda hakim olan kapalı anlatımı, felsefenin hiçbir alanının siyaseten nötr olmadığı düşüncesini, felsefe tarihine fazlaca önem verilmesini, sanat eserlerinin felsefi açıdan yorumlamayı-buna katılmıyorum, sanatın fikirleri yaymak konusunda güzel bir araç olduğunu düşünüyorum-, bilime karşı kötümserlik ve şüpheciliği, filozof odaklı yaklaşımı reddediyordu. Bunun tersine açık anlatımı, mantığın felsefede önemini, soru odaklı yaklaşımı öngörürüyor.Ülkemizde Öncül Analitik Felsefe ve Kualia Analitik Felsefe dışında dergi, Bilkent Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi dışında bu ekolde eğitim veren üniversite henüz bulunmuyor. Soru odaklı olmak şu anlama geliyor, hangi filozof neyi düşünmüş ne demişten ziyade, Özgür irade var mıdır? Nesnel ahlak var mıdır? Hukuk ahlaka uygun olmak zorunda mıdır? vb. Bu sorular hakkındaki temel düşünceler nelerdir, siz bu konularda ne düşünüyorsunuz?Yine düşünce üretirken tümden gelimsel metoda dayanarak, mantık hatalarına-safsatalara düşmeden, doğru ve geçerli öncüllerden, rasyonel argümanlar üretmek gerekiyor, bu kısım işin tekniği olduğundan anlaşılması ilk bakışta biraz zor gelebilir, başka zaman anlatırım.Analitik felsefe ile tanıştığımda ufkumun genişlediğini düşündüm ve şu anki düşüncem de bu yönde. Bunun nedeni bir şey düşündüğümde artık bu havada kalmış bir şey olmuyordu, bunu gerekçelendiriyordum ve bu gerekçelendirmiş düşüncelerimi de belli oranda eleştirebiliyordum.Bunun ileri boyutu insanın kendi düşüncelerine, bunları eleştirirken, başkasının düşüncesi gibi bakabilmesi, henüz bu aşamaya gelemedim. Hatta onun da üst boyutu düşüncelerin gerekçelendirilmesi gerektiğinin gerekçesi nedir sorusuna cevap aramak oluyor. Ülkemizde insanların fikir değiştirmesi ne yazık ki bir çeşit döneklik olarak görülüyor, halbuki hayatı boyunca sürekli aynı düşünen bir insan o ömrü boşuna yaşamıştır. Yine ülkemizde bir tartışmayı kaybeden rezil rüsva olacakmış gibi görünüyor, girdiğin her tartışmayı kazanmışsan aslında kaybetmişsindir, hiçbir şey öğrenememişsindir.