Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) ve Ensar Vakfı “Medeniyetimizde Sivil Toplum Kuruluşu Olarak Vakıflar” konulu bir panel düzenledi. ANS Kampüsünde bulunan Abdullah Kaptan konferans salonunda gerçekleştirilen panelin yöneticiliğini AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Güler Yaptı. Panele İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ziya Kazıcı ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zekai Mete konuşmacı olarak katıldı.
45’e yakın yurt ve bine yakın bursiyer
Panelin açış konuşmasını Ensar Vakfı Genel Müdür Yardımcısı Abdullah Serenli yaptı. Serenli Ensar Vakfı ile ilgili bilgiler verdiğini konuşmasında “Din ve değerler eğitim alanında uzmanlaşmayı tercih etmiş olan Ensar Vakfı 1979 yılında İstanbul merkezli olarak kurulmuş bir vakıftır” dedi. Serenli, “Bu alanda 2003 yılında,Bilim ve Değerler Eğitim Merkezi olarak da eğitimler, seminerler, paneller, çalıştaylar, ulusal ve uluslararası sempozyumlar düzenlemek adına kurulmuş ve yine aynı minvaldeMilli Eğitimeve literatüre katkı sağlamak açıcından araştırmalar, raporlar ve yazılar yayınlayan, bu anlamda akademik bir serüventakip eden bir niteliğe sahibiz” diye konuştu. Serenli, vakfın Türkiye’de 45’e yakın yurda sahip olduğunu belirterek, “Bu alanda bine yakın bursiyer öğrencimiz var. Bunlar üzerinden eğitim faaliyetlerini takip ediyoruz” ifadelerini kullandı.Daha sonra söz alan İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.Ziya Kazıcı ise tarihi olayları dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak yorumlamak gerektiğini söyledi. Kazıcı, “Gerçekten özellikle Osmanlı dünyasında, Osmanlı için bir vakıf medeniyeti diyebiliriz” dedi. Osmanlı döneminde eğitimden dine, silahtan spora, tıptan yolculuğa kadar her alanda bir vakıf görülebildiğini anlatan Kazıcı şunları söyledi:“Osmanlı veya İslam dünyasında bu kadar vakıf niye kurulur? Kazanmak için çaba ve emek harcıyorum ve alın teri döküyorum. Sonra diyorum ki benim bu kazandıklarımdan başkaları istifade etsin. Peki, bu kadar emekten sonra niye bir başkasına veriyorum? Osmanlı bildiğimiz gibi Müslüman bir devlet. İslam hukukunu uygulayan bir devlet. Tabi bu en alt seviyeden, en üst seviyeye kadar tüm Osmanlı vatandaşlarını ilgilendiren bir şey. Osmanlı gerek Kur’an-ı Kerim, gerek Hz. Peygamberin hadislerinde belirtilen tüm emirlere imkanları ölçüsünde uymaya, onlara riayet etme esasına dayalı bir yaşantıyı sürdürmeye çalışıyor.”
Vakıf tüm hayattır
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zekai Mete ise Osmanlı şehirlerinin vakıflar yoluyla nasıl oluştuğunu örnekleriyle anlattı. Mete “Bir kişi veya vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte büyür, vakfa ait bir mektepte, bir okulda öğrenimini görür, vakıflara ait iş yerinde çalışır, vefat ettiğinde onun cenazesi vakıf tarafından kaldırılır ve yine vakıflara ait bir kabristana defnedilir. Yani biz ilmi beşikten mezara kadar bilirdik ama vakıf tüm hayattır” dedi. Mete, şöyle devam etti:“Osmanlı toplumunun, vakıfla karşılaşmadığınız ya da vakıfların girmediği hiçbir alanı yoktur. Evliya Çelebi’nin bir ‘Ben 50 yılda şu kadar memleket gezdim, bu kadar hayratın olduğu bir yer görmedim’ der. İşte bizim vakıflarla ilgili konu ettiğimiz şey bu hayrattır. Etrafa baktığınızda da bunun eserlerini görürsünüz. Hayatın her yönünü kapsarlar. Dini görevleri yerine getiren kurumlar, eğitim kurumları vakıflar tarafından yaptırılıyordu. Sosyal anlamda, insanların yeme-içme ve misafirlik hizmetini vakıflar karşılıyordu. Sosyal mekanlar, dini mekanlar, hastaneler, dul ve yetim evleri, kabristanlar, köprüler, yollar, kaldırımlar vakıflar tarafından yaptırılıyordu. Doğumdan ölüme kadar, vakıfların el atmadığı, girmediği, insanların faydalanmadığı bir yer yoktu.”Panel, konuşmacıların soruları yanıtlamasının ardından son buldu.