27 Kasım 2014 tarihinde Rehberlik Araştırma Merkezi’nde düzenlenen seminerde yaptığı konuşmada üniversitelerin bir toplumun göz bebeği olduğunu belirten Prof. Dr. Karakaş, “Çünkü üniversiteler bilgi üreten, araştırma yapan, meslek adamı yetiştiren kurumlardır. Bu bağlamda çok önemli hizmetler sunmaktadır” dedi. Gelişmiş toplumlarda üniversiteye paralel olarak sivil eğitim alanların oluşturulduğunu ifade eden Karakaş, “Gelişmiş ve belli bir fikir düzeyini yakalamış toplumlara baktığımız zaman üniversite eğitimlerine paralel olarak sivil eğitim alanlarının kurulduğunu görüyoruz. Her bölüme paralel dernekler, vakıflar, oluşumlar kurulduğunu görüyoruz. Özellikle ABD’de bu yapının oldukça güçlü olduğunu görüyoruz. Bunlar resmi tanımlanmış sınırlar dışında daha özgür ve destekli bilgi arayışı içerisinde olan ve bilgiyi destekleyen kuruluşlardır” diye konuştu. Karakaş, Türkiye’de de bu tür oluşumların var olmaya başladığını dile getirerek, “Türkiye’de bunun belli dönemlerde ciddi eksikliğini hissettik. Son zamanlarda bu tür oluşumların Türkiye’de de hizmet vermeye çalıştığını, üniversite dışında da bilgi üretme merkezlerinin olduğunu görmekten memnun oluyorum” ifadelerini kullandı.Şahsiyet olmadan oluşturulan kariyer aksarŞahsiyet oluşmadan kurulacak, oluşturulacak ya da inşa edilecek bir kariyerin aksayan bir kariyer olacağını kaydeden Karakaş, “Kendini keşfetmek insan olmayı keşfetmektir. Kendini inşa etmekse insan olma yolunda yürümektir” diye konuştu. İnsanın yeryüzündeki yürüyüşün zorlu bir yürüyüş olduğunu anlatan Karakaş şunları söyledi: “Bu yürüyüş; nasıl gerçekleştirileceği, hangi hedeflere ulaşılacağı, ulaşılan hedefte insanın kendisini var edip edemeyeceği gibi birçok soruyu içerisinde barındıran bir yürüyüştür. Bu açıdan insanın kendisini gerçekleştirmesi, kendi olması noktasında her birimizin yeryüzündeki yürüyüşümüz önemlidir. Varacağımız menzil ve hedef açısından bu yürüyüşümüzü nitelikli ve amacına ulaşacak şekilde gerçekleştirebilmek için kendimize bir takım sorular sormamız ve bunlara cevaplar aramamız gerekiyor. Yeryüzünde yürüyüş gerçekleştiren bireyler olarak ben kimim sorusunu, nereden geldim ve ne yapmalıyım sorularını mutlaka sormalıyız. Bu sorulara da yürüyüşümüz süresinde cevaplar bulmalıyız. Bu sorular cevapsız kalacak sorular değil. Cevapsız kaldığında insanı boşluğa düşüren sorulardır. Dolayısıyla yürüyüşümüzü anlamlı kılacak olan, bu soruları vereceğimiz cevaplardır.”Yaşadığımız dönem endişe çağıProf. Dr. Karakaş yaşadığımız dönemin çeşitli isimlerle tanımlandığını belirterek, “Modern, post modern, duygu ötesi toplum, küresel çağ, akıl çağı, bilinç çağı gibi bir takım kavramlarla tanımlanıyor. Bana göre yaşadığımız çağı iyi tanımlayan başka bir kavramı ve kavramsallaştırmayı tercih ediyorum ki bu da endişe çağıdır” dedi.Karakaş sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaşadığımız çağ, gerçekten de endişe çağıdır. Her birimiz tek tek kendimizi düşündüğümüz zaman, yaşantımızın bir sonraki adımını düşündüğümüz zaman bu endişenin ne olduğu, gerçekten endişe var mı yok mu, yaşadığımız çağ gerçekten bir endişe çağı mıdır gibi sorulara cevap aradığımız zaman bunu göreceğiz. Dolayısıyla bu endişe çağında ne geçmiş ne de gelecek açısından hiçbir şeyin kesin olmadığı, böyle bir dönemde içsel bütünlüğümüzü nasıl sağlayabiliriz veya içsel bütünlüğümüzü sağlayabilir miyiz sorularını sormak mümkündür. Bu endişe çağında kişisel bütünlüğümüzü bulma açısından neler yapmalıyız soruları da cevap aramamız ve bulmamız gereken anlamlı sorulardır.”Önce kendi aynamızdan kendimize bakacağız“Soru sormadığınız sürece zihnimiz karışmaz” diyen Karakaş, insanın zihnini karıştırmadığı sürece hakikati bulamayacağını söyledi. Karakaş, “Soru bu anlamda önemlidir ama sorduğumuz sorulara da cevap aramamız ve cevap bulabilmemiz bir o kadar önemlidir. Sürekli soru sormakla da menzile, hedefe ulaşılmaz. Sorular önemlidir. Kafamızı karıştırmak önemlidir. O karışıklık içerisinde bir yol bulmak daha da önemlidir” diye konuştu.İnsanın farkındalık yaratabilme adına neden, nasıl ve niçin sorularının farkına varması gerektiğinin altını çizen Karakaş “İnsan, kendisine empoze edilen dayatma, öğreti ve davranışların ne kadar doğru olduğunu sorgulamalıdır. Biz bir dünyanın içine doğuyoruz ve o dünya bize bir şeyler söylüyor. Biz ‘şöyle davranacaksın. Böyle düşüneceksin. Şöyle yaparsan iyi bir meslek sahibi olursun, böyle yaparsan sorumlu insan olmazsın. Aman devlete karşı çıkma. Arkadaşlarınla iyi geçin, kavga etme veya hakkın olduğu halde eğer sana zarar gelecekse onun peşine düşme’ gibi bir takım söylemlerle şekillendiriliyoruz. Bir takım söylemler üzerinden zihin dünyamız şekillendiriliyor. Bunları sorgulamak bizim görevimizdir” ifadelerini kullandı. Karakaş, “İnsan olarak, insana verilen idrak üzerinden sorgulama görevimiz vardır. Bu açıdan bize sunulanların ne kadar doğru olduğu, gerçekten gerçek olup olmadığını sorgulamamız insanı kendini keşfetmesi açısından gerekiyor. İnsanın kendi yolunu doğru bir şekilde inşa etmesi açısından gerekiyor” diye konuştu.Yeryüzündeki yürüyüşümüz vicdan ve erdemle buluşmalıİnsanın kendine verilen zekâyı, aklı ve iradeyi doğru kullanması gerektiğine, merhametle, şefkatle, vicdan ve erdemle davrandığında insan olabileceğine dikkat çeken Dekan Prof. Dr. Mehmet Karakaş sözlerini şöyle noktaladı: “Eğer biz yeryüzündeki yürüyüşümüzü vicdan ve erdemle buluşturamazsak insan olmayı da başaramayız. Bunu gerçekleştirebilmek, vicdanı ve erdemi üretebilmek için de tabii ki aklımızı, zekâmızı, idrakimizi, irademizi kullanacağız. Merhameti ve şefkati bu sürecin ana yolları, ana arterleri olarak göreceğiz. Empati geliştireceğiz. Empati duygusu insan olma adına önemli bir duygudur. Çünkü insanın gelişmesinde ve tekamül etmesinde empati gerçekten önemlidir. Empati karşınızdakinin yerine kendinizi koymak demektir. Bunu gerçekleştirebilirsek şahsınızın tekamül etmesini güçlendirmiş olacağız. İlahi öğretilere baktığımız zaman insan olmanın temel kriterlerini bize gösterdiğini görüyoruz. En temel emirlere baktığınız zaman öldürmeyin, çalmayın, zina etmeyin, iftira atmayın, gıybet etmeyin, haksızlık yapmayın temel öğretilerdir. Bütün ilahi öğretilerde gördüğümüz temel ilkelerdir. Bunlarla insan olunur. Bunlar gerçekleştirildiği ve hayatta karşılığı bulunduğu zaman insan olmanın yolunu kendimize açmış oluruz. Bütün bunlar insan olabilmenin ve insan kalabilmenin gerçekten zorlu ve çileli bir süreç olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla aslında insan olmak insanın kendisini olabilmekten geçiyor. Kendimiz olduğumuz zaman insan olacağız. Bunu her bakımdan değerlendirebiliriz.İnsan olmayı farklı öğretiler, farklı inançlar üzerinden gerçekleştirebiliriz ama hangi düşünceye sahip olursak olalım önce kendimiz olmayı başarabilmemiz gerekiyor. İnsan olmanın yolu kendi olmaktan geçiyor.”