Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörlüğü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı tarafından “Afyonkarahisarlı Hacı Ali Bey” adlı bir panel düzenlendi. Panelin açılış konuşmasını yapan AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, Tarih Bölümü ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığının gerek Türkiye’nin genel meselelerini gerekse Afyonkarahisar’ın değerlerini önce öğrencilerimize daha sonra Afyonkarahisar halkına tanıtmak amacıyla toplantılar düzenlediğini söyledi. Güler, “Bu çerçevede bölümümüz öğretim üyelerinden aynı zamanda Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı olan Doç. Dr. Turan Akkoyun hocamız, Afyonkarahisar basını ile ilgili güzel bir proje yürütüyor. Bu proje çerçevesinde geçtiğimiz ay Abdullah Mahir Erkmen’i anma toplantısı düzenlendi. Bugün de Afyonkarahisar için önemli bir zat olan Hacı Ali Bey’i anacağız. Kendisi Hacı Âşık Tekkesi’nin müntesiplerinden ve torunlarındandır” dedi.TORUNU ERDOĞAN EMRE, DEDESİ HACI ALİ BEYİ ANLATTI Konferansta Güler’in ardından söz alan Hacı Ali Bey’in torunu Mimar Erdoğan Emre, dedesinin basın hayatından iş hayatına ve merhumun döneminde Afyonkarahisar’ın sosyal hayatına dair açıklamalarda bulundu. Panelin düzenlenmesi nedeniyle AKÜ’nün önemli bir eksikliği giderdiğini ifade eden Emre, “Kıyıda köşede kalmış, unutulmuş ancak halka mal olmuş, Cumhuriyetin kuruluşunda yaygın tabirle Cumhuriyet’e kol kanat geren insanların bulup çıkartılarak yeniden topluma kazandırılması, üniversitelerin görevidir” dedi. Emre, Afyonkarahisar’ın basın hayatında İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropoller haricinde diğer illere nasip olmayan bir biçimde önemli değerler yetiştirmesinin son derece dikkate değer ve övünülmesi gereken bir olduğunu ifade etti. Emre, dedesi Hacı Ali Bey’in çıkardığı gazetenin nüshasını ilk kez 1980’li yıllarda gördüğünü belirterek, “Dedemin çıkardığı gazeteyi bundan 30-35 yıl önce ilk defa ve tesadüfen Milli Park Müdürlüğü’nde önüme koyunca çok şaşırmıştım. Eski yazı olduğu için okuyamadım tabii. O dönemde bir hocama göstermiştim. Kendisi bana gazetenin adının Söz Birliği olduğunu ve yayınlandığı dönemde cepheden haberler verdiğini söylemişti. Hatırladığım kadarıyla Türk ordusunun cephede gayet iyi durumda olduğunu, gıda takviyesi olsa durumun daha iyi olacağını anlatıyordu. Halk olarak İstiklal Savaşı’nı yokluklar içinde kazanmıştık” diye konuştu. “ŞUAYP DEMİREL’İN BABASI VE KARDEŞLERİ DEDEMİN ÖĞRENCİSİYDİ”Dedesinin 1933-1934’lü yıllarda işlerinin bozulmasından dolayı öğretmenliğe dönüş yaptığını ve 1942’de İscehisar Esar-ı Terakkim Mektebi Muallim’nden emekli olduğunu dile getiren Emre, “Bugün İscehisar’da 70 yaşın üzerindeki pek çok insan onu gayet iyi hatırlar. DEMMER’in sahibi Şuayp Demirel’in rahmetli babası ve kardeşleri dedemin öğrencilerindendi. 1950 yılında emekli olan dedem emekli maaşı olarak 3 ayda bir 50 lira alırdı” diye konuştu. Dedesi Hacı Ali Bey’in Kışlacık’taki bağında zirai hünerlerini sergilediğini ve orada her türlü sebze ve meyveyi yetiştirdiğini ve aşı yaptığını anımsadığını kaydeden Emre şunları belirtti: “Afyon ikliminde yetişmeyen fidanları aşılayarak çeşitli denemeler yapardı. Örneğin Kışlacık’ta fındık ve kestane yetiştirmişti. 1948-1950 yıllarında köylünün ısrarı üzerine Karaağaç deresi üzerine bir un değirmeni inşa etmişti. Bu dereyi ileriden yukarı kaldırıp yaptığı arklarla suyunu yukarıdan indirerek değirmen taşını çeviren bir değirmen yapmıştı. En az 10 yıl çevreye canlılık getirmişti. Kışlacık’a yapılan 800-900 metrelik ark hattı boyunca kıraç tarlaların bahçe olmasını sağlamıştı.”GEZEKLER AFYONKARAHİSAR’IN EN ÖNEMLİ SOSYAL ETKİNLİĞİYDİDedesinin yakın dostları ile gezekler tertiplediklerini anlatan Emre, gezeklerin o dönemin Afyonkarahisar’ının en önemli sosyal yaşam etkinliği olduğunu ifade etti. Emre sözlerini şöyle noktaladı: “Bu toplantılar o günlerin sinema, televizyon, gazete ve telefon gibi iletişim araçlarının olmadığı yalnız zengin evlerinde bulunan radyoyla eğlenildiği bir zamanda sosyal hayatın önemli bir parçasıydı. Dedemin iştirak ettiği gezek; programlı, ciddi ve çok seviyeli olurdu. Bu sanki herhangi bir gezekten öte istişare toplantısı gibi olurdu. Bu gezeklere o günlerin favori isimleri olan Bekir Efendi, Sarıklı İmam Mücahit, Müftü Ahmet Gümüş, Din Adamı Müftü Hüseyin Bayık, Tüccar Murat Çelikaksoy, Belediye Baş Katibi Hamdi Bey, İtfaiye Amiri Hulusi Açıkgöz, Ömer Altınay, Harun Nakiboğlu, Kemal Bayık, Ahmet Öğüt gibi isimler katılırdı. Bunların her biri başlı başlına derya adamlardı. Dedem biçerdöver makinesi getirmiş, matbaa getirmiş ve gazete basmış, ticaret yapmış, öğretmenlik yapmış, değirmen inşa etmiş bir insandı.”HALİDİLER, BASIN-YAYIN KONUSUNDA AKTİFTİ Alevi temayülünün en az bulunduğu tarikatın Nakşibendilik olduğunu ifade eden Kaya, “Hatta Nakşibendilik Şii ve Alevi temayüllere karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır denilebilir” dedi. Halidi şeylerinin, 1924’te medreseler kapatıldıktan sonra doğu ve güneydoğu bölgesinde resmi medresede okutulan ilimleri kendi özel medreselerinde okutmaya devam ettiklerini anlatan Kaya şunları kaydetti: “Halidiyye; Türkiye’de eğitim öğretim, dini hayat, basın, bilim ve sanat hayatı üzerinde derin tesirler bırakmıştır. Tarihçi ve âlim İbnülemin Mahmut Kemal Nakşiliğin Halidi kolundandır. Halidi silsilerine mensup olanlar basın, yayın ve eğitim alanlarında faaliyet göstermektedirler. Nakşibendi’nin Halidi kolu şeyhleri kendi müntesiplerini Cumhuriyet sonrası basın-yayın ve eğitim alanlarında yönlendirmişlerdir. Ben Hacı Ali Efendi’nin iyi bir gazeteci olmasını ve basın-yayın alanında faaliyet göstermesini bu özelliğine bağlıyorum. O dönemde Halidilerin bu alana yönlendirilmesi ve onun da Halidi şeyhi olarak elbette etrafında olanlara iyi bir örnek olması gerekiyordu. Dolayısıyla bir girişimci olarak biçerdöver de getirdi, gazete çıkarmasını da bildi.”MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE BASIN Panelde söz alan AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Sarısaman ise Milli Mücadele döneminde İstanbul ve Anadolu basınıyla ilgili bilgiler paylaştı. Sarısaman, basının dördüncü kuvvet olarak bilindiğini belirterek, “Kamuoyunu etkilemenin yolu basından geçiyor. Milli Mücadelede de bu güç kullanıldı. Kullanılmak mecburiyetindeydi” dedi. Osmanlı Devleti’nde yayınlanan ilk Türkçe gazetenin Takvimi Vakayi olduğunu ifade eden Sarısaman, “Bu gazete, Resmi Gazete özelliği gösteriyor. Devlet yaptıklarından halkını ya da memurlarını bilgilendirmeye çalışıyor. Memurların elinde bakabilecekleri resmi bir evrak olsun istiyordu” diye konuştu. Milli Mücadele dönemi basınını İstanbul ve Anadolu basını olarak ikiye ayırmanın mümkün olduğunu anlatan Sarısaman, “İstanbul basınını ise kendi içerisinde Milli Mücadeleye taraftar ve Milli Mücadeleye aleyhtar olmak üzere ikiye ayırmak mümkün. Örneğin Sabah Gazetesi, Milli Mücadeleye muhalif gazetelerden biriydi. Özellikle Peyam Gazetesi ile birleştikten sonra güçlü bir gazete olmuştur” ifadelerini kullandı. Sarısaman şöyle devam etti: “Milli Mücadeleyi İttihat ve Terakki’nin oyunu olarak gördü. O yüzden Milli Mücadeleyi yürütenleri ittihatçı olarak değerlendirdi. Ali Kemal, savaş ile bir şey yapılamayacağını düşünüyordu. Her şey masada çözülmelidir diyordu. ‘Yunanlılara karşı ufak tefek başarı kazansak da bunun bir neticesi olmayacaktır’ düşüncesindeydi. Nitekim Sakarya Zaferi kazanıldıktan sonra bile ‘Yunanlıları Sakarya’ya kadar Kuvayi Milliyeciler getirmedi. Önemli bir başarı kazanmışlar. Memnun olduk, sevindik ama asıl olarak bu masada çözülecektir ve bu döktüğünüz kanlar boşa dökülmüş olacaktır’ diyordu. Ali Kemal, bu düşüncelerine o kadar inanmıştı ki 26 Ağustos 1922 tarihli Peyami Sabah gazetesinde ‘Eğer Türk ordusu Yunanlıları mağlup eder ve Anadolu’dan atarsa ben hem gazeteciliği bırakır hem de insanlığımdan feragat ederim’ yazmıştı. Türk ordusu Yunanlıları mağlup etti ve Anadolu dışına attı. Onu gördükten sonra 10 Eylül 1922 tarihinde ‘fikrimiz hep birdi. Birdik’ diye bir yazı yazdı ancak yazdıkları ile Milli Mücadele kadrolarını ikna edemedi. İzmit’te Kasım 1922 tarihinde linç edilmek suretiyle öldürüldü.”“BAĞIMSIZLIK AŞKI BÜYÜK ROL OYNADI”Panelde son olarak söz alan AKÜ Rektörlüğü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Turan Akkoyun ise Milli Mücadele döneminde Afyonkarahisar basınını anlattı. Akkoyun, II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan Afyonkarahisar basınının, Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden Mütareke ve Milli Mücadele dönemlerinde, geride kalan nesillerin şahsiyetlerine örnek teşkil edecek bir yayın materyalini araştırmacılara kaynak bıraktığını söyledi. Afyon’da basının milli mukavemet yolunda kayıtsız şartsız bağımsızlığı özleyen, Türklüğün haklı sesini duyurma yönünde bir yayın politikası izlediğini ifade eden Akkoyun, şunları belirtti: “Bunu basın temsilcilerinin gayretlerinden de anlamamız mümkün. Gazete olarak şehrimizde yayınlanan ilk yayın, şu anki bilgilerimize göre Karahisar-ı Sahib’tir. Sonraki dönemlere ulaşan en eski sayısı 23 numaralı olup, 18 Haziran 1331 yani 1915 tarihlidir. Günümüze sınırlı sayıda nüshası ulaşabilen Karahisar-ı Sahib Gazetesinin 1920 yılında kapandığına dair bilgiler bulunmaktadır. Milli Mücadele Dönemi Afyonkarahisar basını ele alınırken önümüze çıkan ilk basın temsilcimiz Karahisar-ı Sahib gazetesi olmaktadır. İkinci olarak da Öğüd Gazetesi gelmektedir. Aslen Batı Trakya Türklerinden olan Abdülgani Ahmed Bey, Balkan felaketi üzerine önce Adana, ardından Konya’ya yerleşmişti. Milli Mücadele hareketinin lideri Mustafa Kemal Paşa’yı da daha II. Meşrutiyet’in ilanı öncesinde tanıma fırsatı bulmuştu. Çok küçük yaşlarda matbaacılık ve neşriyat sektörüyle tanışan Abdülgani Ahmed, matbaacılık vesilesiyle pek çok aydın, asker ve yazarla yakın temas halinde olmuştur. Bu yüzden dünya savaşının yıkıcı ortamında payitahta gelip küçük bir matbaa işine girişmiştir. Mustafa Kemal’in paşalığa terfi ettiği günlerde Şişli’de kendisini ziyaret edenler arasında eskiden beri tanıdığı Doyranlı Abdülgani Ahmed de bulunmaktadır. Atatürk kendisine Anadolu’da gazete çıkarmasını tavsiye edince, o da demiryolu ulaşımının kolay olduğu Afyonkarahisar’ı gazetesi için merkez seçti.”