Halil Şahin

Halil Şahin

AÇILIM DA PARA ETMEDİ

ABD Irak’a saldırı hazırlığı yaptığı günlerdi. Türkiye’deki iktidarda Özal rüzgârları esiyor. Irak yağmalanacak ya, Türkiye’deki aç gözlüler de savaş tamtamları çalıyor, gözlerini yağmaya dikmişlerdi!

Günümüz Türkiye’si, Kürt sorunu bağlamında da önemli bir tarihsel süreçten geçiyor. İktidardakilerin “şark kurnazlığı” yaparak ortaya attığı gün gibi ortaya çıkan “Kürt Açılımı” tam anlamıyla çökmüş durumda. Kısacası “açılım siyaseti”, somut/maddi düzenlemelere değil, salt retoriğe dayandığı için beklenenden de önce iflas etti. Başta Abdullah Öcalan olmak üzere PKK liderlerinin yaptıkları açıklamalara bakılırsa, Kürt hareketi, içine girilen bu yeni dönemde, yenilgiyi de göze alarak siyasal hedefleri bakımından somut sonuçlar elde etmeye yönelik bir dizi stratejik hamle yapmaya hazırlanıyor. Silahlı çatışmaların nitelik bakımından derinleşeceğini ve büyük kentleri de içine alacak şekilde yaygınlaşarak bir savaş boyutuna sıçrayacağını tahmin etmek kehanet değil! Silahların konuşacağı, kan döküleceği, milliyetçiliğin yükseleceği ve etnik boğazlaşma tehlikesinin büyüyeceği tehlikeli ve zor bir döneme giriliyor. Çünkü emperyalizme teslim olmuş iktidar, milletin gözüne girerek oy yükselişini sağlamak için bu yönteme yöneliyor ve ümmetçi siyasetini gizleyerek ulusalcı kesiliyor. Çete elebaşısı Abdullah Öcalan; 31 Mart 2010 tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede, 30 Mart 1972’de Mahir Çayan başta olmak üzere, Türkiye devrimci hareketinin seçkin önder kadrolarından on kişinin öldürüldüğü Kızıldere Katliamı’nın yıldönümüne de gönderme yaparak, haddinden fazla bir zorlamayla THKP-C ile ilişkilendirdiği PKK tarihini dönemlere ayırarak: “Üçüncü dönem bitmiştir. Yeni dönem, Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemidir. Kürtlere söylüyorum: kendi kararlarını kendileri alacak, ne yapacaklarsa kendileri bilir. Bu üçüncü dönemden sonra ben bir şeye karışmayacağım.” (Görüşme Notları, www.gumdem-online.net, 2 Nisan 2010) diyor. Öcalan’ın “tasfiye ve çözüm” çabalarının öne çıktığını söylediği ve “üçüncü dönem” adıyla ifadelendirdiği 1993-2010 arasındaki sürede, kısa ve uzun süreli birçok ateşkes durumlarının yaşandığını hepiniz biliyorsunuz. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu dönemde PKK’nin tek yanlı ilan ettiği ateşkes kararlarına çoğu zaman operasyonlarını geri çekerek fiilen uyduğunu gözlemlediniz. 1993-1997 yılları arasındaki silahlı çatışmaların, tırmanışa geçerek “düşük yoğunluklu savaş” düzeyine çıkmasını ise Genelkurmay Başkanlığı’nın, “etnik bir isyan ve savaş durumu” olduğunu resmen kabul ettiğini de biliyorsunuz. Bu dönemde başta Öcalan olmak üzere, PKK liderliği sürekli çözüm ve diyalog talep etmesine karşın, sorunun çözümüne yönelik herhangi bir somut ilerleme gerçekleştirilemedi. Kürt hareketinin bu dönemde öne çıkardığı legal siyaset yapma girişimlerine de tam olarak fırsat verilmedi. Kurulan partiler, sürekli baskı altında tutuldu, kapatıldı ve siyasal yasaklarla hareket alanı sürekli daraltıldı. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’ye bölgede biçilen yeni rol, AKP’yi iktidara taşıyan en önemli politik etkenler arasındaydı. Zaten AKP bunun için kurdurulmuştu. Bu rol; Kürt sorununa, Amerikancı-Barzanici bir çözümü ön gördü. Bu nedenle Öcalan, yine avukatlarıyla yaptığı bir görüşmede; 2000-2001 yıllarında Bülent Ecevit Hükümeti döneminde ve Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun genelkurmay başkanlığı sırasında çözüm için bir irade oluştuğunu, kendisiyle bu konunun görüşüldüğünü ve çözüme yönelik bir dizi hazırlık yapıldığını belirterek, “Üçüncü dönem boyunca sürekli tasfiye edilmeye çalışıldık, hem biz hem muhataplarımız tasfiye edilmek istendi” diyor. (Görüşme Notları, 31 Mart 2010) Öcalan, çözüm konusunda samimi olduğunu söylediği Bülent Ecevit’in sağlık durumu gerekçe gösterilerek tasfiye edilmek istendiğini, ardından Irak’ın işgaline karşı çıkan DSP’nin parçalandığı ve nihayet MHP’nin erken seçim isteyerek hükümeti düşürdüğünü belirtiyor. (Görüşme Notları,18 Haziran 2010) Öcalan’ın bu açıklamalarından anımsayacağınız gibi; Kürt Sorunu’nun Amerikancı ve Barzanici Olmayan Bir Çözümü için kendisiyle görüşen ekibin tasfiye edildiği, Ergenekon soruşturması kapsamında yargılanan ya da haklarında işlem yapılanların büyük bölümünün, ileri sürüldüğü gibi derin devlet ya da kontrgerilla yapılanması ile bir ilişkilerinin olmadığı anlaşılmakla kalmayıp, tam tersine Ergenekon davasının doğrudan bir NATO, dolayısıyla Kontrgerilla operasyonu olduğunu ortaya koyuyor. Durum bu denli açık olmasına karşın bazı Kürt politikacıların, siyasal geleceklerini Kürt hareketine yaslanarak kurmaya çalışan sözde sol zevatın ve kimi sol liboşların söz konusu tabloyu nasıl okuyamadıklarına insanın aklı ermiyor. Bu durumda asıl darbenin Orgeneral Hilmi Özkök’’ün genelkurmay başkanlığı sırasında Ecevit hükümetine karşı yapıldığı, o dönemde başlayan tasfiyelerin AKP iktidarı ve Ergenekon operasyonuyla derinleştiğini söyleyebiliriz. APO’nun, avukatlarıyla yaptığı yakın tarihli görüşmelerinde; muhatap bulamadığı için kendi çözüm girişimlerini askıya aldığını ve 31 Mayıs 2010 tarihi itibarıyla aradan çekilerek devletle PKK’yi karşı karşıya bırakma kararı verdiğini de açıklamıştı. Öcalan 1 Haziran 2010’da başladığını ilan ettiği yeni dönemin karakteristiğini belirleyecek olası gelişmelerin de işaretini vermişti. Öcalan’ın İmralı’dan verdiği mesaj hemen Kandil tarafından alındı ve yeni dönemde izlenecek stratejinin ana unsurları ilan edilmeye başlandı. PKK’nin kurucu liderlerinden KCK Yürütme Konseyi Başkan Yardımcısı Cemil Bayık, Fırat Haber Ajansı’na 25 Haziran 2010 tarihinde verdiği röportajda, yakında “demokratik özerklik” ilan edeceklerini söylüyordu. İşte o andan itibaren Türkiye’deki iktidar da; pembe düşlerle süslenmiş açılım politikalarının para etmediğini anlar görünerek, güya ulusalcı görünen kandırıkçı sahte duruşlara yöneliyor, arada sırada da olsa seçim meydanlarında “Tek Millet Tek Bayrak” lafzı ediyorlardı.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi