Halil Şahin

Halil Şahin

VATAN PARTİLİ ÖZ ELEŞTİRİSİNİ YAPIYOR

7 Haziran 2015 Genel  Seçimleri bitti. Kendinden menkuller AB’D senaryoları ile TBMM’de üstlendikleri roller oynuyorlar. AKP, istikrar için benden başka alternatif yok diyerek tek başına iktidar bırakmamayı zorluyor. CHP ya da MHP’ye halk güvenemediğinden,  onları tek başına iktidar da görmek istemiyor. “Yeter ki, Allahın Kahrettiği Parti iktidardan gitsin!” propagandasıyla gördükleri korkulu düşlerinden kalkanlar, şimdilerde şer güçleriyle ittifak arayışlarına girmiş görünüyor. Bu rüyalar gerçekleşirse, herkesin gündemden düştü diye baktığı Anayasa değişikliği ve başkanlık sisteminin, eskisinden daha güçlü olarak önümüze konma ihtimali doğuyor. CHP veya MHP’nin tek başına iktidar olamayacağını hesap eden vatandaş, Erdoğan’ın hayal ettiği başkanlık sisteminden kurtulmak için yine stratejik oy kullanarak, AKP’yi tek başına iktidar yapmayacak partilere yönelmesi ortadaki bu manzarayı yaşatıyor. Son genel seçimin kaybedenleri arasında, elbette Vatan Partisi de var. Bu nedenle, beklenen öz eleştiriler doğal olarak yapılacaktır, yapılması da gerekir. Önümüzdeki kısa sürede gerçekleşmesi beklenen erken seçime, Vatan Partisi’nin halk nezdinde de hiç özeleştiri yapmadan hazırlanması vahamet olur. Demokrasi getirmeyi vaat edenler, demokrasinin araç ve yöntemlerini kullanmaktan kaçınması elbette düşünülemez. 2011 seçimlerinde baraj altı partilerin toplam oyu % 4,61 iken bu seçimlerde % 3,72’ye düştü. Bu düşüşü Vatan Partisinde de görebiliriz. İşçi Partisi olarak girdiği 2002 seçimlerinde % 0,51, 2007 seçimlerinde % 0,37, 2011 seçimlerine ise katılmadı. 2015 yılı 7 Haziran Genel Seçimlerinde de % 0,35 yani 16001 örgüt adamı!

 ACABA NEREDE YANLIŞ YAPILMIŞ OLABİLİR?

İnsan bir pencereden bakarak; “Politikaları ne kadar doğru olursa olsun, halkın çok büyük bir kesimi tarafından marjinal olarak algılanan bir parti ile seçim barajını aşmak mümkün değildir.” uslamasına katılabilir. 10 yıllık AKP’nin baskıcı tek parti iktidarından sonra 2012 ortalarına gelindiğinde, kumpas davaların da etkisiyle halkta ciddi bir arayış başlamıştı. Kaset komplosuyla yeniden düzenlenen CHP, AKP’den kurtulmak için halka bir umut ışığı veremiyordu. CHP’nin içerisindeki ulusalcı kanat Kılıçdaroğlu yönetiminden rahatsızdı. Çünkü Kılıçdaroğlu, 2011 seçimlerinde ulusalcıların önemli bir kısmını partiden tasfiye etmişti. Tasfiye edilen ve edilmekte olanların hâlâ parti içindeki etkisi devam ediyordu. AKP’nin PKK açılımı ve başkanlık sisteminin önünü açacak “yeni anayasa” çalışmalarına direnmek için kurulan Milli Anayasa Forumu toplumda büyük ilgi uyandırmıştı. TBMM eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk liderliğindeki Forum; siyasi yelpazenin her kesiminden öncülerin katılımıyla yurdu gezerek, kamuoyu oluşturuyordu. İşte bu noktada yeni bir parti kurma fikri doğmuştu. CHP’den istifa edecek milletvekillerinin de katılımıyla mecliste temsil edilen yeni bir parti kurma düşüncesi tüm yurt sathında yeni bir heyecan dalgası yaratmıştı. Meclis içindeki milletvekilleri sayesinde kurulacak yeni bir parti, hiç kuskusuz bir alt yapıya ihtiyaç duyacaktı. İşçi Partisinin örgütü, Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi bu alt yapıyı sağlayabilirdi. Bu zemin kullanılarak, Kuvayı Milliye anlayışıyla, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti gibi diğer birçok siyasi patinin teşkilatı birleştirilerek her kesime söz hakkı veren, iktidar adayı, gerçek bir muhalefet partisi yaratılabilirdi. İslamcılar da dâhil olmak üzere partinin vitrininde siyasal yelpazenin her kesiminden temsilci bulunmalıydı.             Değişik parti ve siyasi görüşteki insanların ortak bir zeminde buluşturulabilmesi için yeni partinin geçmişteki veya günümüzdeki hiçbir siyasi partiyle ‘söylemlerde’ doğrudan bağlantılı olmaması gerekiyordu. Halk zaten oluşumu tüm çıplaklığıyla izlemiyor muydu? Bu ilke daha geniş bir tabandan oy alabilmek ve farklı siyasi geçmişleri olan insanları meydanlara toplayabilmek için önemliydi. Bunun gerçekleştirilebilmesi için çeşitli yöntemler ileri sürüldü. Bazılarına göre; düşünülen yeni partileşme sürecinin en kritik noktası, bu işi başarabilecek bir lider bulunmasıydı. Bu lider, geçmiş siyasi hayatıyla, yeni partiye katılacak farklı siyasi görüşlerin geri durmasına sebep olabilecek birisi olmamalıydı. Bu lider, milli sermayeyi yanına alabilecek, bunun yanında sosyal politikalar izleyebilecek birisi olmalıydı. Bürokrasiyi bilen, devlet adamlığı tecrübesine sahip olmalıydı. Eski siyasilerin, Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların destekleyebileceği, kamuoyu tarafından tanınan bir isim olmalıydı. Tutum, davranış ve politikalarında ısrarcı, ancak dikleşmeyen karşı tarafı iknayı, diyalogu ön plana çıkaran bir mizaca sahip olmalıydı. En önemlisi genç ve dinamik olmalıydı. Bazılar için ise bu fikirden yararlanarak İşçi Partisi büyütülebilirdi. Gerçekte de “Bugünün Türkiye’sinde, halk cephesinde yaratılan fırtınaların öncüsü tek siyasi parti İşçi Partisiydi. Çünkü 2012 yılında yeni parti kurma fikri gündeme geldikten sonra meydana gelen gelişmeler oldu: Gezi olayları patlak verdi, Kumpas davaları çöktü. Ergenekon sanıkları özgürlüklerine kavuştu, 17-25 Aralık operasyonları iktidarın kirli çamaşırlarını ortaya döktü, Cemaat büyük darbe aldı. Bu gerçek yadsınamazdı. İşçi Partisi’ni dağıtarak büyüme önerileri, iyi niyetten gelse de, pratikte fırtınalarda kaybolmak anlamına geliyordu. Önümüzde tek bir örgütsel çözüm vardı; Nuh’un Gemisi’ni yapabilmek. Seçimlerin arifesine gelindiğinde zorla partinin ismi değiştirilerek Vatan Partisi yapıldı. Bu hamle çok heyecan yaratmasına rağmen tabela değişikliğinden öteye gidemedi. Ankara’da Genel Kurultay Salonu’nu dolduranlar; il, ilçe ve diğer birimlerdeki yönetim ve seçim bürolarına gelmiyor, çalışan memur kesimi dahi umut göremediğinden Vatan için mücadeleyi göze alamıyordu… Parti kadroları düşünülen kadrolarla desteklenemedi. Yönetim kadroları listelerde yer alan ad olmaktan öte gidemedi. Canla başla çalıştığını sananlar hala marjinal parti yöneticisi davranışlarını terk edemediler. Seçmene Vatan Partisini sorduğunuzda; hâlâ “Haa Perinçek’in partisi” diye cevap veriyordu. Bu sözcükler övünç niteliği gibi sunulmasına karşın, bir korkunun yanı sıra bir şüpheyi ve umutsuzluğu da yansıtıyordu. Üst yöneticiler bu algıyı sezemedi. Oysa Sayın Doğu Perinçek’in siyasi hayatı, vatan sevgisinin ne olduğunu gelecek kuşaklara taşıyacak bir ders niteliğindedir. Mücadelesindeki korkusuzluğu, 10 yıldan fazla hapis yatmasına rağmen eğilip bükülmemesi, Ergenekon Mahkemesinde yaptığı savunma hiç unutulmayacaktır. O çok iyi bir hukukçu, yazar ve ulusumuzu yetiştirdiği ender siyasi liderlerdendir. Bu denli olumlu bir kariyere rağmen, Perinçek’in halk arasındaki imajı çok farklıdır. Sıradan bir vatandaşa sorduğunuzda ya komünist der, ya Maocu der, ya da Apo’ya verdiği gülden bahseder. Oturur anlatırsınız saatlerce; Perinçek’in kim olduğunu. Aradan 6 ay geçer aynı adamla karşılaşırsınız bu sefer bırak şu MİT’çiyi der. Einstein’in dile getirdiği; “önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” sözü gerçekten de doğrudur. SONUÇ Sonuç itibariyle bir cephe hareketi ile başlayıp yeni bir parti kurma fikrinin halka mal edilememesinin başarısızlıkla sonuçlandığını düşünüyorum. Sayın rahmetli Süleyman Demirel’in saptaması yerindedir: Siyaset ahde vefadır. 2015 Genel Kurultayındaki ahitleşmeye vefa göstermek gerekirdi. Bırakın seçimlerde sizlere oy veren ulus fertlerini, canhıraş bu savaşımda tüm gayretini ortaya koyan örgüt elemanlarına, adaylarınıza, göz ucuyla dahi olsa sizi izleyenlere hiçbir zaman teşekkür etmeyi dahi çok gören ve “adeta kendinden menkul adam gibi davranan” insanlarla başarıya ulaşmak olası değildir. Gazetelerin, televizyonların, sivil toplum kuruluşu veya tarikatların toplumu etkileme yönünde başarılarını yadsıyamayız. Aydınlık, Teori, Bilim ve Ütopya, Ulusal Kanal alanlarında tek yani yalnız olması; çok başarılı yayın yapmalarına karşın seçimlerde arzu edilen başarıyı getirmiyor ve alanlarında resmi parti organı olmaktan öte gidemiyor. O halde halka inebilecek düzey yoğunluğunda da yardımcı yayın organlarına gereksinim duyulmaktadır. Ayrıca bir radyo istasyonu da devreye sokulmalıdır. 12 Eylül 1980 sonrasında halkın TSK’den soğutulması göz ardı edilerek, bir mücadele partisi görünme uğruna partiye emekli askerlerin doldurulması, sanki TSK ile bir bağlantı varmış imajı yaratarak her iki kurumu da yıpratmaktadır. Hele hele bu askerlerin bazılarının sanki TSK’nın sözcüsüymüş gibi konuşması, celladının kılıcını yalarcasına bazı medya kuruluşlarında ne amaca hizmet ettiği belli olmayan, siyasi öngörüden uzak demeçler vermesi, partiye gönül vermiş seçmen ve emekçilerin sadakatini zorlamaktadır. Oysa bu arkadaşlar; yetenek ve saygı duydukları kariyer zincirine uygun olarak alt örgütlenmelerde yer almaları sağlanabilirdi. Sözün özü; Vatan Partisinin önümüzdeki seçimlerde başarılı olabilmesi için ciddi bir öz eleştiri yapması gerekmektedir. Fedakâr emekçilerimizin dişinden tırnağından artırarak yaptığı yardımlar asla boşa gitmeyecektir. Yeter ki olanaklar ve insan organizasyonu daha gerçekçi örülüp çalıştırılabilsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi