Halil Şahin

Halil Şahin

TARİKAT ÖRGÜTLENMELERİ

ABD’nin dayattığı Ilımlı İslam kelimeleriyle, İnternette yapılan basit bir arama bile 695 bin sonuç veriyor. Tarikat yol demekse, herhangi bir dine inananların, huzura ve mutlak saadete ulaşabilmesi için kaç yol gerek? Hükümetlerin Türk camilerine binlerce ek imam alması, tüm devlet yönetim birimlerine imam hatip ya da ilahiyat kökenlilerin yerleştirilmesinin yarattığı şüpheler, dinin Türk kamusal hayatındaki rolüne ilişkin tartışmayı da yeniden canlandırdı. Bu tartışma aynı zamanda; hem laikçilerin hem de dindar muhafazakârların ‘İslam’ kartını kendi çıkarları için kullanmaya çalıştıklarını, Türkiye’de monolitik ve siyasi birleşmişlikten uzak olan İslam’ın, birçok laikçinin itiraf ettiğinden daha esnek, ama toplumun içindeki köklerinin de daha derin olduğunu gösterdi. Bu nedenle Türkiye’de Şeriatın yeniden kurulması fikri de yeni taraftarlar kazanmış gibi görünüyor. Muaviyeleşmiş tüm çabalara rağmen, Ortaçağ’dan bu yana İslam doktrininde pek az değişiklik olduğunu gözlemliyoruz. Dolayısıyla, Sünni İslam’ın Türkiye’deki şekliyle Afganistan’da Taliban’ın uyguladığı şekli arasında temelde bir fark yok. Müslümanlar Kur’an’ın sözüyle bağlı olduklarına inanıyorlar. Akademilerdeki bazı ilahiyatçılar; İslami prensiplerde, modern demokratik dünyaya uyum sağlayacak şekilde ‘reform’ yapmaya çalışsalar da, Türk ilahiyatçılarının çoğu, mesleklerini “Cezayir ya da Mısır’da” öğrenmişler. Şeriata ilişkin radikal köktendinci ya da geleneksel görüşlerin öne çıktığı yerlerde eğitilmişlerdir. Batılılaşmanın en azından taklidini yapan Türk elitler ve yetkililer, Atatürk döneminden beri Türkiye’de laikliğin niteliğini belirleyen şeyin, “Cami ile Devletin kurumsal olarak birbirinden kesin biçimde ayrılması olduğunu yabancılara anlatıp dururlar. Aslında, laikliğin Türkiye uygulamaları; dokulara derinlemesine nüfuz etmemiş ve anayasa tarafından korunan bir alışkanlık haline getirilememiştir. Türk yasaları dinî düşünce ve duyguların kamusal alanda yer almasını açıkça yasaklasa da, dinî kurumlar salt bir devlet denetimi altında değil, aynı zamanda Türk Devlet aygıtının ayrılmaz bir parçası halindedirler. Diyanet İşleri Başkanlığı yaklaşık doksan bin personeliyle Türk Devleti’nin en büyük organı olmuş. Cami inşaatı/teftişi, imamlar gibi dinî memurların işe alınması ve her türlü dinî tavsiyenin yapılmasından resmen sorumlu. Bu işlevler, Diyanet’in asıl ereğinin yanında ikinci önemdedir. Bu kurum, Türkiye’nin hatırı sayılır büyüklükteki grupları; ne denli laik devlet savunsa da, Diyanet’in Türkiye’de salt bir gruba yönelik egemenliği güçlendirmesinden kaygı duyularak eleştiriliyor. Bir yandan kendileri de taban tarafından eleştirilip kötülenirken, Diyanet rol alan kişiler de yıllardır, Türkiye’deki bu düzenin İslam ve İslami gerçeklikler konusundaki zafiyetinden, İslami anlayışı tam olarak özümseyerek insanları Devlet’e bağlı hale getirmeyi başaramamasından yakınıyorlar. Bu haliyle, daha büyük gerçekler karartılmakta, Türkiye’de toplumsal barış ve siyasi ilerleme için elzem olan uzlaşma alanını daraltılmaktadır. Türkiye, Müslüman nüfusa sahip; insanları ılımlı, laik ve demokratik bir ülke olarak tanınıyor. Ancak Türkiye’deki İslam’ın karmaşık bir gerçekliği var. Devlet; günümüzdeki Diyanet yapılanmasıyla, İslam’ın gayrı resmî dışavurumlarını aktif biçimde baskı altında tutuyor. Az da olsa şiddet yanlısı aşırı bir Türk İslamcısı da mevcut. Türkiye; emperyalistlerce, ılımlı İslam’ın anayurdu olarak tanıtılıyor. Laik bir siyasi sistemi Sünni İslam’ın hoşgörülü bir biçimiyle birleştiriyorlar. Ancak, buradaki gerçeği anlamak zor. Çünkü Türk İslam’ı kendi içinde çok çeşitlilik gösterirken, devlet de dinî hayatı aktif olarak baskı altında tutuyor ve denetliyor. Oysa Türk devleti; Türk İslam anlayışının, kendi içinde bütünlüklü, hoşgörülü ve barışsever olduğunu iddia ediyor. Türk yetkililer, Türkiye’nin vatandaşlarının yüzde 98’inin Müslüman olduğunu ve küçük bir grubu oluşturan Müslim olmayan cemaatlerin de inançlarını yaşamakta özgür olduğunu öne sürüyorlar. Gerçekler ise karmaşık görünüyor. Türkiye’de yaşanan İslam anlayışı kendi içinde bütünlüklü olmaktan uzak. Türkiye’nin 80 küsur milyonluk nüfusunun % 10-15’i Alevi ( Heterodoks Müslüman). Sünni topluluk ise; İsmail Ağa Cemaati, Fethullah Gülen Grubu, İskender Paşa Cemaati, Erenköy Cemaati,  Süleymancılar, İhlascılar, Kırkıncı Hoca ve Yazıcılar gibi diğer Nurcu guruplar, Nakşibendi Yahyalı Cemaati, Melamiler, Hakikatçiler, Hazneviler,  Menzilciler, İcmalciler,  Uşşakiler,  Cerrahiler,  Kadiri Muhammediye,  Hizbül Tahrir,  Tillocular, Galibiler,  Halveti Tarikatının Şabaniye kolu, Adnan Hoca Grubu, Mustafa İslamoğlu Grubu gibi benzeri çeşitli grup, tarikat ve benzeri cemaatlere bölünmüş durumdadır. Bu grupların birbirinden farklı görüş ve gelenekselleştirilmiş yaşam adetleri var. Tarikat ocakları ve kendilerine bağlı Kur’an Kursları gibi üslerinde (korunaklarında) yetiştirdiklerinden bazıları iş dünyasında, eğitim ve siyasette, devlet örgütlenmelerinde yaygın olarak etkinlik gösteriyorlar. Şiddete başvuran, aşırıcıları da var. Türk Hizbullahı ve İBDA-C yıllar içinde bir dizi terörist saldırı gerçekleştirdi. Bütün din görevlilerini (imamlar ve müftüler) Türk devleti istihdam ediyor ve eğitiyor; onları görev yerlerine atıyor ve maaşlarını ödüyor. İmamların çoğunluğunun Cuma namazlarında okudukları hutbelere dahi devlet karar veriyor. Devlet fonları cami inşa etmek için kullanılıyor, ama devlet; Alevi ibadethaneleri, Musevi sinagogları ve Hıristiyan kiliseleri için para harcamıyor. Bütün Müslüman öğrencilerin kendi mezhepsel inançları ne olursa olsun, İslam’ın Hanefi-Sünni geleneğine uygun din dersleri alma zorunluluğu var. Müslim olmayan öğrenciler bu dersi alma zorunluluğunda değiller, ama devlet, alternatif din derslerine ayrıntılar programında yer vermiyor. Özel din dersleri yasadışı; Müslim olmayanların kendi dinlerinin propagandasını yapması ise yasadışı olmasa da büyük şüpheyle karşılanıyor ve etkin biçimde caydırılıyor. İşte böylesine paramparça olmuş Ilımlı İslam güruhları; pek çok cemaatin müridi, kendi şeyhlerini (önderlerini), Tanrı’nın ya da Hazreti Muhammed'in günümüzdeki vekili gibi görür. Bazıları ise şeyhlerinin, Mehdi aleyhi selam olduğuna inanır! Cemaatlerin pek çoğunda, bireysel irade ya da sorgulama yoktur. Şeyh ya da önderin sözü Allah kelamı hükmündedir ve önderin emrini tartışmak Kur’an'ı inkâr etmekten daha ağırdır ve direkt küfür olarak adlandırılır. Keza şeyh kime işaret ederse oraya oy verilir. Birbirlerini sevmez ve pek çok cemaat üyesi, kendi dışındaki cemaatlerin şirkte (küfürde) olduğuna inanır. Cemaatlerin geneli, iktidar olanı destekler, yani bunlar durakta beklemeyi sevmezler, gelen her iktidar otobüsüne binerler. Her cemaatin kendi gettosu vardır. Aralarında kız alıp verirler, alışverişleri ve arkadaşlıkları kendilerindendir. Buradan hareketle de bunların birbirinden kopması kolay değildir. Korkularla yönetilen cemaat üyelerinin alın teri ve emeğiyle, Diyanet’e koşut holdingleşmişlerdir. Müritlerin yaptığı ticaret, topladığı kurban derisi ve zekâtlar bu holdinglerin ana sermayesidir. Holdingin mutlak egemeni ise cemaat önderleridir. Şeyh ya da önder; parayı elinde tutanın, gücü elinde tuttuğunu bilir ve yönetimi çocukları dışında hiç kimse ile paylaşmaz. Yani çağdaş Karunlar olup, firavunlaşmışlardır. Cemaatlerin hedef kitlesi, daha ziyade 16-30 yaş arası olanlardır. Bunlarla önce arkadaşlık kurulur, akabinde kendi sosyal çevrelerine sokularak ona kişilik verilir ve dini hassasiyetler kullanılarak saflara alınır. Yurtlar, dershaneler, okullar, bekâr öğrenci evleri temel alanlarıdır. Cemaatlerin bazılarında, şeyh ya da önderin akşam namazlarını Mekke’de, yatsıyı ise Medine’de kıldığına inanılır. Müritlerine şeyhlerinin evliyalıklarına olan inançları Allah’a imanları gibidir. Bürokrasideki müridin şeyhe bilgi taşıması ve istediğini yapması Uhud Gazası'nda cenk yapması gibidir. Yani bilgi getiren ve icraat yapan peşin olarak şehit ilan edilir. Cemaattan ayrılmak ise sadece cehenneme girmekle değil, dünyadaki türlü felaketlerle, korku salınarak engellenmeye çalışılır. Bu haliyle, bazı cemaatler aslında girilmesi kolay, çıkılması çok zor gizli bir örgüt gibidir. Pek çok cemaatin İslam anlayışı farklıdır. Değil sünnetlerde, farzlar da bile ayrılıklar vardır. Cemaat önderleri kendi çıkarına göre İslamı farklı yorumlar! AKP öncesine kadar, cemaatlerin yüzde 70’i İslâmcı partilere oy vermezdi. Bugün AKP’ye militanlık yapan pek çok cemaat ve İslâmcı grup 90’lı yıllarda Tayyip Erdoğan’ın küfürde olduğuna inanır ve bunu kendi müritlerine açıktan söylerlerdi. Bugün ise bu cemaat ve tarikatların yüzde 90’ı RTE’nin militanı konumundadır Bazı cemaat mensuplarının, yurt dışındaki bankalarda büyük paraları ve muhtelif ülkelerde gayrimenkulleri vardır. Cemaat ve tarikat guruplarına mensup olanların sayıları ise çok çok abartılmaktadır. Bütün bu cemaatlere mensup olanlar kesinlikle, 500 bin kişinin üstünde değildir. Ancak etki ya da gürültüleri fazladır. Cemaatler konusunda, zannedilenin aksine TSK’dan ziyade MİT daha çok bilgi sahibidir ve pek çok mensubu bu cemaatlerin içindedir. Bir kaçı hariç, pek çok cemaatin bilinçaltında Atatürk’e, Cumhuriyet'e ve askere karşı büyük bir kin ve öfke vardır. Bir kaçı hariç, cemaatlerin siyasi bir projesi yani devleti ele geçirmek gibi bir gayesi yoktur. Tamamı değil, ama bu cemaatlerin bazılarına göre Türkiye bugün Dar-ül Harp yanı kafir devleti konumundadır ve bu düzende devletten çalmak ve onu yıkmaya çalışmak ibadettir. Devleti kendileri yönettikleri halde vergilerini vermezler. Büyük tabanı olan cemaatlerin bazıları, dış dinamiklerle, yani yabancı istihbarat örgütleri ile direkt irtibatlıdır. Üç büyük cemaat ise CIA, MI6 ve MOSSAD tarafından yönlendirilmektedir! Böylesi olayları yaşadıktan ve bu alanda bir takım bilgiye ulaştıktan sonra Kur’an’ın TEVBE SURESİ’ne bir bakalım. Öyle ya, Tanrı’ın ilk emri ‘oku’ demiyor muyuz?

  1. Ayet de “Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Peygamberine karşı savaşanların üs(toplanma merkezi, sığınak) olsun diye bir mescit yapanlar vardır.
Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok” diye de yemin ederler. Ama Allah şahitlik eder ki, bunlar mutlak yalancıdırlar.” İşte burada, hangi örgütlenmeleri kast ediliyor dersiniz. Peygamber döneminde böyle bölünmüşlük var mıydı?
  1. Ayet de ise “Onun için de asla namaz kılma. İlk günden, temeli Allah’a karşı gelmekten sakınmak üzerine kurulan (takva üzerine kurulan) mescit içinde namaz kılman, elbette daha layıktır ( doğrudur).
Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.” Demek ki; Allah, müminine; onlara katılma, “onların camisinde namaz kılma” diyor. Bundan kesin hüküm olur mu? Demek ki; temizlenmek isteyen, yani huzura kavuşmak isteyenler; zararlı faaliyetlerde bulunan, küfre yardım eden, mü’minler arasına ayrılık sokan, aslında Allah ve Peygamberine karşı savaşanların üs(toplanma merkezi, sığınak) olsun diye gösterdikleri mescitlerde namaz kılma, onlara katılma deniliyor. Tevbe- 109’ da da; “Binasını takva ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir uçurumun kenarına kurup, onunla birlikte yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu yola erdirmez.” Denmekte. Kur’an’a inanmak sizin iradeniz. Kur’an’a uygun davranmak sizin, tevbe (tövbe) etmek de sizin tercihiniz olacaktır.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi