Halil Şahin

Halil Şahin

SÖMÜRÜ YARIŞINDAKİ SON

Bu güne dek bize öğretilen: 09-10 Kasım 1939 İsmet İnönü-Fahrettin Altay darbesi sonrası, İsmet Paşa’nın devletin başına getirdiği; Dönme, Ermeni, Hıristiyan, Yahudi, kendini Ermeni sayan ve “Alevi Kürt” kimliği ile bilinen Dersimlilerin, İngiliz-Amerikan telkinleri ile İsmet paşa’yı yücelterek hazırladıkları uydurma şeylerdir. Atatürk’ün mücadelesi ve kişiliği; zamanının Türkiye’si gibi “bağımsızlığını kurtarma” derdine düşmüş, emperyalizme karşı savaşan, kuzey Afrika Araplarından Çinlisine dek, tüm mazlum dünya tarafından daha iyi anlaşılmıştı. Göğüslerinde “Atatürk resmi” ile “O başardı, biz de başarırız” diyen bu insanlar, Atatürk’e böylesine bağlandığı dönemdeki ülkemizde; hilafet yanlılarından İttihat ve Terakkicilerine, Şeriat Kürdistancısı Said-i Nursi’den Özerk Dersim beklentisinde olan Dersim Ağa ve pirlerine; İngilizce tercüman olarak yanında çalıştırdığı Amerikan mandacısı Halide Edip Adıvar’dan, Atatürk olmasa sıradan bir albaylıktan öte gidemeyecek olan, kulakları sağırlaşmış İsmet İnönü’ye dek herkes O’na küfür etmekteydi. Bize Atatürk’ü sevdiren ise emperyalizmdir. Atatürk’ün sağlığından başlayarak ülkemiz dışındaki bağımsızlık savaşı veren uluslara, onların isteğine göre öğüt vermemiz için, 1950’de iş başına getirilen Menderes Hükümeti’ne, ABD’nin hazırlattığı Atatürkçülük Projesidir. 1950’lerin başında bir kuzey Afrika ülkesinde yapılan toplantıda; Adnan Menderes’ten, “bağımsızlığımız için bize yardım edin” diyerek yardım dileyen bu milletlere, Menderes bu proje kapsamında şöyle diyordu: “Amerika-Avrupa’nın dediklerine uyun. Onlar bizlere adalet getireceklerdir.” Sonunda, kendi tanımladığı adalet, O’nun boynunu darağacı ipinde sıkarak boğdu. İşte o Atatürkçülük ki, batılıların deyimi ile ‘Kemalizm’, bir Genel Kurmay başkanının dediği gibi; bir cıvık, teslimiyetçi bir Atatürkçülükten(?) başka bir şey değildi. AB’ye tam üyelik, Atatürk’ün amaçladığı çağdaş uygarlık düzeyine çıkma konusunda önemli bir araçtır. Bu nedenle bizler, yıllarca ABD komplosu ile tutuklu bulunanların dediği gibi “Amerika ve Avrupasız bir Atatürkçülük” düşünüyoruz… Padişahın etrafını saran mandacı devşirme paşa ve maşaların yönlendirdiği, köleci Arap Müslümanlığı ile beyinleri yozlaştırılmış, uyanırsa da devşirme ordularla kıyılmış, sindirilmiş Türk ulusu; 620 yıllık Osmanlı’nın genetiklerine işlettiği “kendine güvensizlik” içinde, tarihte ilk kez kendisini bir yerlere getirmek isteyen Atasını, 21.yüzyılda keşfetmeye başlıyor. 1960-1980 arasında geçen “sol hareketler” içinde “Atatürkçülük” salt “Küçük Burjuva Devrimciliği” olarak tanımlanmaktaydı. ABD’nin “bizim çocukları” olan Kenan Evren ve ekibi, ABD’nin seçip önerdiği Tunceli Çemişkezekli Turgut Özal’a atfedilen “Türk Ordusunu gerilla tipi savaşla modernize etme” projesi kapsamında, 1960-1980 arasında ne Kürtler ne de Türkler arasında asla bir kişilik bulamamış Ermeni dönmesi Bebek katili Abdullah Öcalan’ı seçiyordu. Bebek Katili Öcalan bu arada Dersim’li bir MİT subayı olan Ali Yıldırım’ın kızı Kesire Yıldırım ile evlendiriyor, devlet eliyle güçlendiriyordu. 12 Eylül darbesinden 4 ay önce Suriye’ye kaçırılıyor, 05.Ağustos 1980’de de Amerika’nın desteği ile “Gizli Ermeni Ordusu” ile ortak çalışmaya sokuyorlardı. Onlar; ülke içinde deki darbeci-işbirlikçilerin ve 1938’deki sürgün öncesi babalarının şu yeminini asla unutmadılar: “Ey Dersimliler! Biz, devleti savaşarak yıkamadık. Şimdi hepiniz köylere ve kasabalara sürgün edileceksiniz. Gittiğiniz yerlerde çocuklarınıza geldiğiniz yerlerin adını verin. Birbirinizi bulunuz. O yerlerin halkı içinde uyumlu olunuz ve her yerde örgütleniniz. Çocuklarınızı okutup, Devlet içinde görev almasını sağlayınız. Hepsinin birbirleriyle bağlantılı olmasını sağlayınız. Bu devleti ancak bu şekilde çökertebilirsiniz.” 1938 Dersim sürgünü Manisalı Kenan Paşanın, Kürtleri aşağılayan “Kart-Kurt-Kürt” sözlerinden, 50 tane birden İmam Hatip Lisesi açmasına; halka Atatürkçülüğü anlatma projesi kapsamındaki çalışmalarını asker ocağından köy kahvehanelerine dek, “askeri baskı” şeklinde verdiklerinden dolayı da halkta ciddi bir “Atatürk karşıtlığı” yaratıyorlardı. Üniversitelere Said Nursi tarikatçılarının “peçe-çarşaf” ile devam etmeleri sağlanıyor, üniversiteler ile öğrenciler karşıtlaştırılıyor, bazı çarşaflı öğrencilerin ve kadınların başlarındaki örtüleri, bazı paşalar gidip açıyordu. Böylece, Türk halkını “bir arada tutan” bütün değerler hırpalanıyor, aşağılanıyor, Ilımlı İslam+Kürt Milliyetçiliği de hızla güçlendiriliyordu. Darbe ile sindirilen anarşi, yerini cuntanın idaresinde yeni bir teröre bırakıyordu. Sonunda 12 Eylül 1980’den bu yana geçen 29 yıl içinde, Atatürk’ün özerklik verme sözünü tutmadığı gerekçesiyle, “isyan ettiklerini söyleyen Dersimli Alevi Kürt-Nurcu Sünni Kürt” hareketi, 15 yıl savaşarak Atatürk’ten alamadıkları “özerkliklerini” alma aşamasına geliyorlardı. “Türk Ordusunu gerilla tipi savaş sisteminde eğitme” projesi elbette, Rusya’nın sıcak denizlere inmesini engellemek amacı kapsamında, SSCB’nin 1992’de yıkılacağını göremeyen, ileri görüşlü iş birlikçi asker-medya, siyaset, iş dünyasının çok hoşuna gitmişti. Bu proje herkese ekmek kapısı demekti. Ama bunun aslında; Sevr Antlaşması’nın Atatürk tarafından engellenmesi yüzünden yarım kalan sonuçlarını ortadan kaldırmak için planlanmış. “Büyük Ermenistan-İslam Kürdistan’ı” projelerinin ve 11 Eylül 2001 “İkiz Kule” olayı ile son haçlı seferi olan I.Dünya Savaşından 100 yıl sonra başlatılacak olan yeni bir “Haçlı-Armegedon Savaşı”nın başlangıcı olacağını hiç kimse hesap edemedi! 27 Mayıs 1960 Devrimi, 1936’dan itibaren Türkiye’yi etkisi altına almaya kalkışan emperyalist ABD ve Avrupa’nın yarattığı gayrı meşru DP iktidarının karşı, Atatürk Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Devrimi’ni korumak için millet-ordu birlikteliğiyle direnme hakkının kullanılmasıydı. Atatürk Cumhuriyetinin meşru müdafaa hareketi olarak gerçekleşti. Haçlı irticaının, halkı yanıltmakta kullandığı söylemlerdekinin aksine; programı ve biçimi itibariyle darbe değil, halk devrimi olarak gerçekleşti. İşçisi, köylüsü, gençliği, aydını, üniversitesi ve yargısıyla bir olup; ulus, ordusuyla birleşip karşı devrime “dur” demiş oldu. Yeni baştan hazırlanan Anayasa ile Cumhuriyet güvence altına alınmağa çalışılmıştır. Gerçekleştirilen Devrimle; toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla bir anayasa hazırlanmış, Cumhuriyet, Atatürk Devrimleri, insan olabilmenin temel hak ve hürriyetleri koruma altına almıştır. Çağdaş Özgürlükler Anayasası ile Hukuk Devleti ve Güçler Ayrılığı ilkesi yaşama geçirilerek, bilgisiz ve yoksul ümmi kaba çoğunluklara dayanarak, her istediklerini yapabileceklerini düşleyen iktidarların denetlenmesi olanaklaştırılmıştır. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü güvence altına alınmış, çalışan sınıfın sendikal hakları sağlanarak da emek en kutsal değer kılınmıştır. Bu gelişmeler karşısında, 50 yıldır karşı devrimin hedefi olan Türkiye Cumhuriyet, küresel emperyalist numaracı cumhuriyetçilerin taarruzu altında kalmıştır. 2001 yılı sonrası iktidarların uygulamaları, 27 Mayıs Devrimi’nin meşruluğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Çünkü o iktidarın kısacık süredeki uygulamaları ve özellikle son dönemdeki gayrı meşru, hukuk ve yasa tanımaz tutumları, 27 Mayıs’ın meşruluğunu döne döne kanıtlamaktadır. Çözüm; böylesi iktidarların silinmesi ve Türkiye’nin yeniden Kemalist Devrim rotasına girmesinde değil midir? Karşı devrim dönemi süratle sona ermelidir. Çünkü halk ümmileştirilerek; bilgisizleştirilmiş, bir kölenin yapması gereken becerilerle sınırlandırılmış, değerleri yozlaştırılmış, kavramları karıştırılmış, ekonomik açıdan ayak duramayan bireyler güruhu haline getirilmiştir. Devletin millet unsuru; bilinçli, eğitimli, sağlıklı ve güçlü ulus olma özelliğinden çıkarılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi