Mehmet Ünal Taşpınar

Mehmet Ünal Taşpınar

SOKAK KÜLTÜRÜMÜZÜ DE MAHVETTİK -2-

AKLIN YOLU BİR DEĞİL, BİRÇOK (MU?) Sokaklarda kimler vardır? Gecesi var bunun, gündüzü var. Sokak hayvanları var, sokak insanları var. Ya dilenciler? Genç, ihtiyar, sakat, sakat taklidi yapan, kadın, erkek, eli sopalı, eli bıçaklı, (hadi devlet tabirlerinden yararlanarak söyleyelim) sözde dilenciler!.. Kimsenin o durumlarda olmasını beklemeyiz. Ama kapınıza gelmişse, karşınıza bir yerlerde çıkmışsa?.. Hicri altıncı/miladî onikinci yüzyıl ortalarında acayip-görünümlü bir zâhid, Doğu Afganistan’daki Gazne’de Gazne hükümdarı Mu’izzud-devle Husrev Şah’ı (yak. H. 547/1152-60) ziyaret ederek sadaka istedi. Yalın ayaklı kara bir keçi derisi örtünmüştü. Başına aynı deriden boynuzlarla süslü bir börk geçirmişti. Elinde halka, delik aşık kemikleri ve ufak yuvarlak çanlarla bezeli bir değnek taşıyordu. Husrev Şah, zâhidin isteğine olumlu yanıt vererek hayır dualarını aldı. [(Fahr-i Müdebbir diye bilinen Muhammed ibn Mansûr Mübarek Şah, Âdâbu’l-harb ve’ş-şecâ’a, yay.Ahmet Suheyli Hansârî, 446-47; Meier, 511, n. 250) den aktaran Ahmet T. Karamustafa, Tanrının Kuraltanımaz Kulları- İslam Dünyasında Derviş Toplulukları. 1200-1550, Çeviren: Ruşen Sezer, Yapı Kredi Yayınları 5. Baskı,Mayıs 2013)] Hangimiz o muhterem Husrev Şah gibi davranırdı, Tanrı bilir. Ürkütücü bir kıyafetle karşınıza dikilen dilencinin –bu günün şartlarında- ürkütücünün ötesinde korku vereceği muhakkak. Uyuşturucu kullananlardan tutun da mafyavâri davranan, zorlayan dilencilere (!) kadar… 12. yüzyıldaki bir dilencinin bugün şu yazdıklarıma hiç sebep olacak kişi olmayacağı da muhakkak. O yılarda mı yaşasaydık? Düşünün cep telefonu yok… Diğer yok’ları saymağa gerek kalmaz zaten bu telefon merakımız nedeniyle. O dönemin padişahlarından dahi refah içindeyiz. Kötüler olmasa, diyorsunuz… İşte, her şey bir arada olmuyor ne yazık ki. ><><  ><><  ><>< Sokaklarda çok dolaşır mısınız, bilmiyorum. Birçok iyi şeyin sokaklardaki yürüyüş, koşuşturma aşamalarında daha iyi olduğunu söyleyen, yazanlar var. Bir yere, bir işe … yetişmek için değil tabii ki. ‘Muhabbet’ derim ben. Muhabbet için yürümek, muhabbet için koşmak, muhabbet için sohbet. Ve tabi muhabbet için muhabbet. Bana iyi geliyor. Adımlarımın temposu kendi kendine, etrafın kalabalık ya da tenhalığına göre tutturduğum şarkının ıslıkla çalınması sırasında daha güzel şeyler düşünüyorum, sanki. İyi şeyler geldiği dahi oluyor bu arada ama yanınıza kâğıt kalem almadıysanız o ‘ŞEYLER’ uçup gidiyor bir anda. Bir nevi ‘kalabalıkta yalnızlık ‘ hissi.  Etrafın kalabalığı sizi mutlu ederken, o kalabalığın ortasında, kıyısında, bir tarafında bulunurken o ‘etrafı’ seyretmenin ayrı bir hazzı var mı, onu da bilmem ama severim. Belki bu da bir hazdır? Köşedeki pilavcı ne zaman tezgâh açar? Şu simitçi gece de mi satış yapabiliyor? Kim alır bu saatten sonra simit? Büfelerin akşamın karanlığındaki bu aydınlığı ne şirin. Şu çocuk üşüyecek sabahlayacaksa burada. Sıcak çay, kahve satana da bak, helal olsun bu yaşta, bu saatte.   ><><   ><><  ><>< Ninem (anneannem) pek severdi pencereden sokağı gözlemeği. Özellikle hareketli bir caddeye bakan pencere ise bayılırdı gelip gidenleri seyretmeği, saymağı. Hele arabayla şehirlerarasında giderken arabaları saydığı bir günü anımsıyorum. “Doksanaltı tanesi bizi geçti.” O hızla nasıl sayabildiyse… Herkesin evden işe, okula, gezmeğe gittiği bir ortamda yalnız kalma hissinden gelen bir alışkanlığı mı idi, bilmem. Onu yalnız bırakmayan tek alışkanlığı vardı: Torunları geldiğinde daima yelek cebinde hazır ettiği akide şekerleri… Şu ‘dünya telaşı’ dedikleri ne tuhaf bir telaş! "Yalnızın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna." (Özdemir Asaf)   KALABALIKTA YALNIZLIK Kalabalıkta Yalnızlık benimkisi... Yaşamanın diyezinde, ölümün bemolündeyim... Çalıyor kemancı.. 'kaç kere yemin ettim' Meylerde aradım huzurlu hayatın ritmini, Ritmi düzensiz ruha, zaman geldi güneş bildim mum ışığını. Yağmurlar ıslatamadı eskisi gibi, Düşündüm. Ne kadar da azdılar gözyaşlarımdan... Rüzgâr vurdu yüzüme yüzüme yokluğunu Ne acı, ne acı... Yokluğun bile hatırlattı bana varlığını... Yürek yarım kalalı, yüz tebessümü, tebessüm seni unuttu... Yürek yalın olalı, sevgiyi unuttu. Sevgi seni unuttu... SELİM AKGÜN ><><  ><><  ><>< Aklın yolu, diyorduk. “Tartışmadan benimsediğimiz doğrularımız vardır. Örneğin “Aklın yolu birdir” der çıkarız. Gerçekten aklın yolu bir midir? Basit konularda elbette öyledir.” (Afşar Timuçin, Aklın Yolu Bir Mi?, Ağustos 19, 2016, https://www.acikgazete.com/aklin-yolu-bir-mi/, erişim 12.10.2018) … diye devam ediyor üstat: “Anneler babalar! Kolayı seçiyorsunuz. Çocuklarınıza kaçıp kurtulma düşleri gördüreceğinize onların akıllarını iyi kullanabilmeleri için olanaklar sağlamaya çalışın. Bir başka ülkede piyon olacaklarına bu ülkede yaratıcı olabilsinler. Onları birer bencil birer çıkarcı birer kolaycı olarak yetiştireceğinize yöntemli olmayı bir yaşam zorunluluğu olarak gören insanlar olarak yetiştirin.” (Afşar Timuçin, Aklın Yolu Bir Mi?, Ağustos 19, 2016, https://www.acikgazete.com/aklin-yolu-bir-mi/, erişim 12.10.2018)   Doğruya ne denir? Bir de şu taraftan bakarsak: Akıl vermek çok kolay (mı) gelir, herkes kolayca akıl verir? (Elbette para verir mi kolayca/zorca konusuna girmeden söyleşelim bunu.)   “Yaşamımızda bize yapmamız gereken şeyler olduğunu dolaylı olarak ya da yekten anlatan, davranışlarımıza hatta düşüncelerimize dahi müdahale etmek isteyen birileri vardır. Kimimiz kaç yaşında olursa olsun bu müdahalelere sessiz kalırken, kimimiz ise orada bir dur diyebilmekte. Bir başkasına akıl vermek hayatına müdahale etmek her zaman kolaydır. Çünkü olayın dışındasın ve davulun sesi hoş gelmekte. Aslına bakılırsa müdahale altında yaşayan insanlar zamanla başkalaşmaktadır. Yaşadıkları hayat kimi zaman kendilerine dahi yabancı gelir. Bunun nedeni yapmak istediklerini değil de yaptırımları yaşıyor olmalarıdır. Karşınızdakine akıl vermeden önce onun ne yapması gerektiğinin yanı sıra ne yapmak istediğine de kulak verilmelidir. Bu demek değildir ki herkes doğru ya da yanlış istediğini yapsın kimse kimseyi uyarmasın. İnsanların birbirlerini uyarması gereken durumlarda kişiye karşı saygı ve kişinin istekleri de gözetilmelidir.” (https://www.kendinigelistir.com/akil-vermek-mi-mudahale-etmek-mi/ Kaynak : Akıl vermek mi? Müdahale etmek mi? https://www.kendinigelistir.com/akil-vermek-mi-mudahale-etmek-mi/#ixzz5TkbW1GCl)   Neden demişler bilmem ama sık olmasa da kullandığım bir deyimdir “Arap’ın derdi kırmızı fes!” Araştırdım, benim gibi kullanan yok. Herkesin derdi başka, Arap’ınki de kırmızı pabuç anlamındaymış ve “Arap’ın derdi kırmızı pabuç” diye geçiyor hep. Arap’ın derdi ister kırmızı pabuç, ister kırmızı fes olsun elli yıl muhasebecilik yapan b enim gibi birinin derdi de iki de bir ‘vergi’ olur, başka ne olacaktı zaten! Bir zamanların Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan pek meşhurdu. “Abdullah Gül başbakanlığındaki 58. Hükümette Erdoğan’ın inisiyatifiyle Maliye Bakanlığı’na getirildi. Çeşitli sözleri o sıralar dilden dile ve medyada sık sık dolaşırdı. “Ben bütün Rusya ülkelerini gezdim, baktım, biz daha komünistiz..." diyen maliye bakanımızdı. 13.04.2003 tarihli bir haber:  “Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Tekel'in özelleştirme ihalesinin haziran ayında sigara ve içki olarak iki ayrı blok halinde gerçekleşeceğini açıkladı. Rekabet Kurumu ile bir sorun çıkmayacağını söyleyen Unakıtan ‘‘Babalar gibi satarız’’ dedi. “Babalar gibi satarız” sözü çok dillenen bir Unakıtan deyişi olmuştu. Unakıtan Kalıcı deprem vergisini açıklarken "vergi için deprem gerekçe olarak kullanıldı. Milleti aldatmanın âlemi yok." gibi bir açıklama yapmıştı. Doğru söze ne denir? Nitekim öyle olmuştu. Allah taksiratını affetsin, o da gitti bu dünyadan.  Vergiler yine bizlerin sırtında kaldı. Hey gidi günler, neler anımsamışım! Bu bahane ile sokaklı bir vergi fıkrası yazalım.   UNAKITAN ve TEMEL Bir zamanların Maliye Bakanı Unakıtan, Akçaabat merkez ilçe kongresine destek için Recep Tayyip Erdoğan tarafından görevlendirilir. Temel, Akçaabat’ta bisikletini meydana bırakarak bir kahveye girer. Beş dakika sonra içeri giren bir polis memuru bağırır: -Kardeşim! Asfalttaki bisikletin sahibi kimse, alsın, Maliye Bakanı Unakıtan gelecek. Temel karşıdan ayni ses tonuyla cevap verir: -Haçan kilitledim oni… Bir şey olmaz…   AKP 10 YILDA NELERİ SATTI? Ne­le­ri sat­ma­dı ki.. Va­tan­da­şın öde­di­ği ver­gi­ler­le ya­pı­lan dev ku­rum­lar, sa­na­yi te­sis­le­ri, li­man­lar, köp­rü­ler, ka­mu bi­na­la­rı ve ar­sa­la­rı, ar­ka ar­ka­ya sa­tı­şa çı­ka­rıl­dı. 10 yıl içe­ri­sin­de TÜRK TE­LE­KOM, TÜP­RAŞ, ER­DE­MİR, TE­KEL, SE­KA ve PET­KİM gi­bi sa­na­yi te­sis­le­ri baş­ta ol­mak üze­re, Lİ­MAN­LA­RIN TA­MA­MI, 195 ka­mu te­si­si, 2.629 adet ar­sa, bi­na ve loj­man sa­tıl­dı. Sa­tı­lan­la­rın ço­ğu AKP ik­ti­da­rı­na ya­kın yer­li ve ya­ban­cı ser­ma­ye ta­ra­fın­dan ka­pı­şıl­dı. SATILANLARDAN BAZILARI Hangi birini yazalım, o kadar çok ki!.. 2003 yılında; SEKA’nın Balıkesir, Afyon, Kastamonu, Aksu ve Çaycuma işletmeleri, Arçelik, Tofaş ve Ünye Çimento’daki hisseleri, 277 taşınmaz, 103 arsa ve 90 lojman. 2004 yılında; Tekel’in Alkollü İçkiler Bölümü (200 milyon Dolara satılan bu tesis, alanlarca 1 milyar Dolara, bu rakama alan da 2 milyar Dolara sattı.) , Eskişehir ve Bursa Doğalgaz Şirketleri, Amasya, Kütahya Şeker Fabrikaları, Bursa İnegöl Kibrit Fabrikası, Ankara, Samsun fe­ri­bot­la­rı, THY'­nin 126 mil­yon do­lar­lık his­se­si ile 375 adet ta­şın­maz. 2005'TE TE­LE­KOM, TE­KEL Sİ­GA­RA 2005 yı­lın­da; TÜRK TE­LE­KOM (Tür­ki­ye'nin en de­ğer­li şir­ke­ti. Lüb­na­n'­lı bir şir­ke­te sa­tıl­dı. O şir­ke­tin yüz­de 99,5 his­se­si Du­ba­i'­de­ki bir şir­ke­te ait. Du­ba­i'­de­ki şir­ke­tin or­tak­la­rı “net ola­ra­k” bi­lin­mi­yor. Türk Te­le­ko­m'­dan alı­nan yüz­de 15 Ha­zi­ne pa­yı kal­dı­rıl­ma­say­dı, yak­la­şık 9 mil­yar TL ge­lir el­de edi­le­cek­ti!). TE­KE­L'­in si­ga­ra bö­lü­mü, Kon­ya SEY­Dİ­ŞE­HİR ALÜ­MİN­YUM fab­ri­ka­sı, İs­tan­bul HİL­TON Ote­li, 161 par­ça gay­ri­men­kul. 2006'DA TÜP­RAŞ SA­TIL­DI Ade­ta pa­ra ba­san ve Tür­ki­ye'nin en de­ğer­li şir­ke­ti olan TÜP­RAŞ, Er­de­mir, Ba­şak Si­gor­ta, Te­ke­l'­in ikiz ku­le­le­ri, Bü­yük An­ka­ra Ote­li, Kı­zı­la­y'­da gök­de­len di­ye bi­le­nen Emek İş­ha­nı, İz­mir Bü­yük Efes Ote­li, İs­tan­bul Bü­yük Ta­rab­ya Ote­li, 350 gay­ri­men­kul. 2007 yı­lın­da; TCDD Mer­sin Li­ma­nı, Sü­mer Hol­ding, Bur­sa Çe­lik Pa­las Ote­li, 245 par­ça gay­ri­men­kul. 2008'DE PET­KİM Stra­te­jik bir önem ta­şı­yan, Tür­ki­ye'nin göz­be­be­ği PET­KİM Pet­ro­kim­ya Hol­ding 2008'de sa­tıl­dı. 2009 yı­lın­da; TE­DAŞ Baş­kent Elek­trik Da­ğı­tım A.Ş, n 2010 yı­lın­da; TCDD'­nin Sam­sun ve Ban­dır­ma Li­man­la­rı ve 205 adet gay­ri­men­kul. 2011 yı­lın­da; İs­ken­de­run Li­ma­nı, Trak­ya Elek­trik Da­ğı­tım şir­ke­ti ve 195 adet gay­ri­men­kul. 2012 yı­lın­da; Halkbank’ın yüz­de 24 his­se­si, PET­Kİ­M'­in ka­lan yüz­de 10 his­se­si, Si­vas Kan­gal Ter­mik San­tra­li, Se­yit Ömer Ter­mik San­tra­li, Se­yit Ömer Lin­yit­le­ri, TEDAŞ’ın tüm da­ğı­tım şir­ket­le­ri. 2013 yı­lın­da; Mil­li Pi­yan­go ve Zi­ra­at Ban­ka­sı'nın özel­leş­ti­ril­me­si gün­dem­de. Yu­ka­rı­da­ki­ler, AK­P'­nin son 10 yıl­da sat­tık­la­rı­nın sa­de­ce bir kıs­mı. Ta­ma­mı­nı sı­ra­la­mak, ga­ze­te­nin bir tam say­fa­sı­na zor sı­ğar. Bu say­fa­yı ke­sip sak­la­yın. Hep­si­ni ez­be­ri­niz­de tu­ta­maz­sı­nız. Bi­rer fo­to­ko­pi­si­ni de dost­la­rı­nı­za ve­rin ve­ya e-pos­ta vb. yol­lar­la baş­ka­la­rı­na da ile­tin ki va­tan­daş, “ço­ğu yok pa­ha­sı­na sa­tı­la­n” dev ku­rum­la­rı, sa­na­yi te­sis­le­ri­ni, li­man­la­rı vs. gör­sün.. Gör­sün de AK­P'­nin eko­no­mi po­li­ti­ka­sı­nı bir de bu yö­nüy­le ta­nı­sın.. https://www.sozcu.com.tr/2013/ekonomi/akp-10-yilda-neleri-satti-354841/ Şimdi, burada aklın yolu bir mi oluyor, yoksa “aklın yolu bir mi sandıklarından” hep aynı çorbayı içiriyorlar bize. Aslında sokaklar ANLAYANA bir başka güzeldir. Sevgi de vardır, öfke de vardır, kavga-dövüş de vardır sokakta. Sokağa nasıl baktığınıza, sokağı nasıl gördüğünüze, nasıl anladığınıza ve ne beklediğinize bağlıdır. Kimi kayıplarının peşindedir Galatasaray’da ‘ben anneyim’ diyenlerle, kimi ‘hepimiz Hrant Dink’iz, hepimiz Ermeni’yiz’ diyenlerle sokaktadır. Elinde bir pet şişe su ile polisle muhabbettedir (!), kimi savaş kazanmış gazilerin yerine koymuş kendilerini çoluk çocuk mantar patlatır gibi silah patlatıyordu gecenin bir vaktinde. Hangi sokak doğru bu “yollarda”, işte buna ne ben ne siz karar verebileceksiniz. Zaman geçecek, “yağmurlar yağıp, yarıklar kapandığında” üzerine küller serpilip her şey toz altında kaldığında çıkacak doğrular. Varsa aldandığımız dahi bize birer tecrübe olacak. Ama bunu tarih yine “kazananlara göre” yazacak. ANAYASSO Gul, gurban olduğum Hökümet Baba! Baa bir alfabe veremez miydin? *** Gara dağlar gar altında galanda Ben gülmezem Dil bilmezem Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov? *** Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde Ben fakiro, Ben hakiro Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro Gurban olam bu ne işdir hooy babooov! *** Çoçiğ ağliir, çoçiğ öliir, geçit vermiy Zap suyu Parasizo, Çaresizo Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo Bu ne haldır, bu ne iştir hooy babooov! *** Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler Hökümata arz eylesem azarlar Ben ketimo Ben hetimo Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov? *** Şavata'tan Angara'ya ses getmiir Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir Malımız yoh Yolumuz yoh Angara'ya ses verecek dilimiz yoh Ganadımız, golumuz yoh Bu ne biçim memlekettir hooy babooov? *** Yerin, yurdun adresesin bilmirem Angara'da: Anayasso! Ellerinden öpiy Hasso Yap bize de iltimaso Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov? ŞEMSİ BELLİ  Ümit Yaşar Oğuzcan’ın MİHRİBAN’A MEKTUPLAR, MİHRİBAN’A ŞİİRLER’inde olduğu gibi romantizm dürbününden de bakıyorduk bu arada. Ne kadar uzağı görebildiğimizi hiç mi hiç anlamadık elbette. Sol /sağ/milliyetçi mukaddesatçı/dinci, hatta tarikatçılar diye ayrılmış, buna bir de aralarındaki fraksiyon farklılıklarını katın… Bütün farklarına rağmen “gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan” dönemleriydi; delikanlılığın sınırları ve sinirleri sık sık yokladığı zamanlardı o zamanlar.   Aslında Şemsi Belli daha çok romantik şiirlerini takip ettiğimiz bir şairdi. İpek Kaplı Defter, Güzçiçeği, Bahar Güneşi, Cankuşum adlı kitapları vardı. Bu kitaplarından aşk mektuplarıyla süslü olanlar on yedi yaş gençliğimizin nice cümlelerini terennüm etmek pek keyifli geliyordu. Gençliğin dilindeki bir şiiri de Gözlerin İstanbul’a Sığmıyordu idi.   GÖZLERİN İSTANBUL’A SIĞMIYORDU Delicesine bir İstanbul akşamıydı Kar yağıyordu karalar içinde bembeyaz Gözlerini gördüm kaldırım taşlarında Delicesine bir İstanbul akşamıydı Gözlerin büyülü, gözlerin siyah, gözlerin ürkek, Gözlerin köşe başlarında… *** Vapurlara sığmıyordu ışıklar tümen tümen Geceler mühür siyah bir kordu. Acı bir burkuluştu içimdeki son şarkı Gözlerin gözlerime sığmıyordu. *** Delicesine bir İstanbul akşamıydı Tükürmek geliyordu içimden ölümün suratına. Reklam ışıkları eriyordu sularda Sarhoşlar son kadehlerini içiyordu. Bütün meyhanelerde şarkılar bitmişti Yaşamak şarkı söylemek kadar zordu Delicesine bir İstanbul akşamıydı Gözlerin İstanbul’a sığmıyordu!.. ŞEMSİ BELLİ ><><  ><><  ><>< Ve henüz Grup Yorum yoktu şarkılarda. Belki o gençlerin “dünyaya gelmeyi dahi düşünmedikleri” bir zamandı ama Nazım Hikmet’in şu mısralarını –neredeyse bir marş havasında- söyler dururduk sokaklarda: Bu Memleket Bizim Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim Bilekler kan içinde Dişler kenetli Ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak Bu cehennem, bu cennet bizim Kapansın el kapıları Bir daha açılmasın Yok edin insanın insana kulluğunu Bu davet bizim Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim Şiir: Nazım Hikmet Ran Müzik: Grup Yorum   Dönemin gençlerce tutulan türküleri de şiirleri de emperyalizme karşı duruştaydı. Sol kitaplar revaçtaydı ve sokaklarda yayılan sergilerde birçok genç hem harçlığını çıkarıyor, hem kültürel benliğini oluşturmada ilk sırayı alıyordu. Bu arada Hitler’in KAVGAM kitabı ve bu minvaldeki kitaplar da başka sergilerde satılıyor, milliyetçi gençlerin kültürel açlığını gideriyordu. Aslında her iki (hatta birkaç) kampa bölünmüş gençlerin tamamı kendilerine göre milliyetçiydiler. Çünkü farklı yollardan gitseler, farklı bakış açıları, farklı kültürel duraklarına rağmen hepsi de memleketin kurtuluşu için çaba sarf etmekteydiler. Hepsi de memleketi emperyalizme karşı korumak azmindeydiler. Ah, bir de aralarındaki sürtüşmeler olmasaydı!   Bu devirde birçok şair, ozan, yazar ve diğer sanatçılar gençlerin istediği şiirleri, şarkıları yapıyordu. Âşık İhsanî’nin sıklıkla bahsettiğimiz ‘Bizim Bizim Hepsi Bizim’ türküsü de onlardan biri, hatta ilkiydi. Her sokağa çıkışta, her derslerin boykotunda, her okul, sınıf işgalleri sırasında da onun bir şiiri birlikte okunmaktaydı.   [Âşık İhsanî’nin] Şiirleri biçimsel olarak geleneksel halk şiirinin devamıdır. İçerik olarak kendinden önceki Cumhuriyet dönemi halk şiirinden farklıdır. "Gül, bülbül edebiyatı"ndan kopuştur. İhsani'nin türküleri antiemperyalist, yurtsever, demokrat ve sosyalist içerikli militan, devrimci şiirlerdir. (https://sosyalistozanihsani.webnode.com.tr/e%C5%9Fitsizlik%20zincirini%20kirana%20dek-/)   Sokak deyince hep sokak araları, caddelere çıkan dar, geniş, yeşil, kara, kasvetli, parlak, neşeli ışıl ışıl sokaklardan bahsetmekle yetinmeyiz o sokaklarda dolaşırken. Bir de camekânlar var. Aylardır su yüzü görmemiş is-pas içindeki camekânlardan, pırıl pırıl spot lambaların yandığı, “hemen içeri gel, senin istediğin her şey burada” dercesine güler yüzlü süslü camekânlar. Her sokak berilerinin çok sevdiği, birilerinin hiç sevmediği anlam taşır. Sokak kahvesi, esnaf kahvesi, esnaf lokantası, pideci, lahmacuncu, tamirci… Her birine dönüp bakan ya da her zaman yüzünü çevirip geçen insanlara bakar sokaktaki dükkânlar. Onlar caddedeki dükkânlar kadar hiç göz alıcı değillerdir. Sokağına göredir süsleri de, örtüleri de, kiri-pası da.   Elbette bütün sokaklar gençlerin o türküleri, marşları, kendilerinin inandıkları milliyetçilikleri, birbirlerini boğazlayacak kadar bilinç dışı hareketleri gibi konularla geçirmiyordu gününü. Kendi halinde, kendi içine kapanmış yaşayan sokaklar her zamanki gibi arka sokaklardı.   Sokaklar bazen yıpratıcıdır, zamana ve mekâna göre “olamayınca” ve alıp yerden yere vurur. Ne olduğumuz, ne olacağımız dahi alıp bir yerlere yüceltemeyebilir. Aşağıda İstanbul Sokakları adlı bir şarkının sözlerini okuyacaksınız. Kimi sokaklarda gezip dolaşırken düştü, kimi kalktı. Bu şarkıyı kimler okumadı ve kimler bu şarkı nedeniyle para kazanmadı… Filmlere konu oldu, filmlerde müzik olup çalındı. Ama aslında şarkının Bestekârı HASAN GENCER’in emeğini çalarak para kazandı hepsi de. O bestekâr hâlâ İstanbul sokaklarında kemanıyla o şarkıyı gelen geçene çalmakta. İşte sokaklar, işte İstanbul Sokakları.   İSTANBUL SOKAKLARI “Söyleyin sevgilim nerde? İstanbul sokakları Çare bulun bu derdime İstanbul sokakları   Onu benden siz aldınız Onu benden siz çaldınız Simdi yalnız bıraktınız İstanbul sokakları   Sevdiğimi verin bana İstanbul sokakları Çare bulun bu derde İstanbul sokakları” Bestekârı HASAN GENCER ><><  ><><  ><>< Aklın yolu bir mi diyorlardı, aklın yolu birçok mu? Sanırım herkes kendine göre bir yol arıyor ve genellikle (bu nedenle olsa gerek) aklın yolu birçok diyenlerdi zamanın insanları. Bulabildiler mi, derseniz; hâlâ vatanı kurtarma telaşında olduğumuza göre bulamamışlar, bulamamışız demektir.   Aklınızla bin yaşayın, e’mi? Sokak kültürümüzü yine konuşalım, olmaz mı?   MEHMET ÜNAL TAŞPINAR

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ünal Taşpınar Arşivi