Kaygan Zemin

Kaygan Zemin

MARTI (TİYATRO)

ÇEHOV’UN MARTI’SI ŞEHİR TİYATROLARI’NIN KADIKÖY SAHNESİ’NDE KANATLANDI Şehir Tiyatroları’nın oyunu Martı’yı geçen sezon Ümraniye Sahnesi’nde, bu sezon da Kadıköy Sahnesi’nde seyredebildim. Yıldırım Fikret Urağ rejisiyle Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen oyun, seyircinin büyük beğenisini kazandı. Anton Çehov’un yazdığı, dilimize Behçet Necatigil tarafından çevrilen oyununu  geçen sezon İBB Şehir T.  Ümraniye Sahnesi'nde seyretmiştim. İkinci defa seyretme olanağı çıkınca ikincinin hem keyifli olduğunu hem oyunu daha iyi anlamak açısından yararlı olduğunu gördüm. Mümkün olsa da hepsini ikişer defa seyretme olanağı bulsam. Sahnede ışık ve videoyla yapılan göl…Gölde yüzülüyor hissi verilmesi... Arkada gerçek göl var hissini veriyordu. (Şu yazacağım cümlem sıktı sizi ama yenilemek durumundayım: Tiyatronun sadece seyircisiyim. Tiyatroyu sevdirmek gayesiyle yazıyorum tiyatro konularını. Bu nedenle alıntılarla anlatmaya çalışıyorum. Aşağıdaki oyunla ilgili alıntılar da muhtelif kaynaklardan - Özellikle oyunun tanıtım "web" sitelerinden ve tanıtım broşürlerinden- aktarıyorum. Varsa diyeceğim bir- iki cümle, onu ekliyorum her defasında.) YAZAN:  ANTON ÇEHOV ÇEVİREN:        BEHÇET NECATİGİL YÖNETEN:        YILDIRIM FİKRET URAĞ DRAMATURG :     DİLEK TEKİNTAŞ MÜZİK:  SELİM ATAKAN SAHNE TASARIMI: M.NURULLAH TUNCER, SIRRI TOPRAKTEPE KOSTÜM TASARIMI:        M.NURULLAH TUNCER, YEŞİM TÜRKGELDİ IŞIK VE VİDEO TASARIMI: KEMAL YİĞİTCAN EFEKT TASARIM:  ÖZGÜR YAŞAR İŞLER KOREOGRAFİ:     YASEMİN GEZGİN YAVUZCAN YÖNETMEN YARDIMCILARI:  MERT TANIK, PINAR DEMİRAL, BERK SAMUR, KAMER KARABEKTAŞ SÜRE:   150 DK. / İKİ PERDE OYUNCULAR:      JÜLİDE KURAL, NAZİF UĞUR TAN, PELİN ABAY, MERT ASUTAY, HAKAN ARLI,KAMER KARABEKTAŞ, MERT AYKUL,MERT TANIK, ROZET HUBEŞ, YEŞİM KOÇAK,Z. BAHAR ÇEBİ, ERSİN SANVER KONUSU: Sorin Çiftliği'nde bir akşamüstü... Çiftliğin hemen yanı başındaki gölün kıyısında hazırlanmış sahnede genç yazar Treplev'in oyunu oynanacaktır. Annesi ünlü aktrist Arkadina , sevgilisi başarılı yazar Trigorin ve ev halkı gösteriyi izlemek için toplanmışlardır. Oyunda Treplev'in aşık olduğu Nina oynayacaktır. Treplev'in hayali sanatta yeni biçimler bulmak,Nina'nın hayali ise ünlü bir aktrist olmaktır. Büyük umutlarla başlayan oyun annesinin yüzünden yarıda kesilince Treplev ve Nina başta olmak üzere hayatları savrulmaya başlayacaktır. Moskova'dan uzak bir çiftlikte bir araya gelen Aristokrat ailenin, çöküş içinde olan ve yeni değişimlere ayak uyduramayan bireylerinin taşrada geçen dramatik öyküsü. Tiyatro konusunu bilenler için değil ama benim gibi biraz meraklı olanlar için (Belki okuyanlar içinde benim gibi sırf meraklı olanlar da olabilir) düşüncesiyle aşağıya konuyla ilgili derlemeler yaptım. Uzatma artık diyenler bu satırlardan sonrasını okuyup yorulmasınlar. -o0o- JÜLİDE KURAL (Oyuncu) (Oyunun galasında gazetecilere yaptığı konuşmadan: Canlandırdığı karaktere de değinen Kural, şöyle devam etti: "Ben, bir zamanlar çok ünlü bir aktrisi oynuyorum ama artık yıldızı sönmeye başlamış. Tıpkı aristokrasi yıkılırken aslında kadının da o aktris yanı artık gittikçe yaşlanmaya, geri kalmaya başlamış. Buna karşı da buna inanmayan, bir türlü kabul edemeyen bir kadın kimliği var ama aynı zamanda bir anne. Mesleği ile çocuğu arasında seçim yapmak zorunda kaldığı anlar var. Aslında çok güçlü bir kadın ama aynı zamanda bir o kadar da duygusal ve güçsüz bir kadın, bütün insanlar gibi." -o0o- İşin uzmanından başlayalım: HAYATİ  ASILYAZICI'DAN MARTI eleştirisi (https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/hayati-asilyazici/2017-subat/cehov-un-martisi) Anton Çehov, bütün oyunları ile dünya tiyatro repertuvarlarında yer alan çok önemli bir yazar... Daha önce Vanya Dayı, Üç Kızkardeş ve Vişne Bahçesi adlı oyunlarının sahnelendiği 104 yıllık Şehir Tiyatroları tarihinde, yazarın en önemli oyunu sayılan 'Martı' hiç sahnelenmedi. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Yücel Erten tarafından 1986 yılında sahneye konan oyun, Kenter Tiyatrosu tarafından 1962 ve 1998 yıllarında iki kez sahnelendi. Devlet Tiyatroları'nda sahnelenmekte olan bütün Çehov oyunları 18 - 23 Şubat 2014 günleri arasındaki 'Çehov Haftası' kapsamında Ankara'da bir araya getirilmiş ve Bursa DT, 'Martı' ile katılım sağlamıştı. Şehir Tiyatroları, repertuvarında eksik kalan bu oyunu 104 yılın ardından Yıldırım Fikret Urağ rejisiyle sahneye taşıyarak bir ilki gerçekleştirdi. İLK DENEMEDE HÜSRAN Çehov, şiirsel oyunların büyük ustasıdır. Yazarın kaleme aldığı ilk oyun, 'Martı' olarak biliniyor olsa da henüz on altı yaşında yazmış olduğu ve çok az bilinen 'Benim Sevgili Meleğim' adlı oyundur. Yazarın bu ilk oyunu 1926 yılında Moskova'da sahnelenmiş ve başarısız olduğu için kısa sürede kaldırılmıştır. 1995 yılında Voronej Devlet Akademik Dram Tiyatrosu'nda, aynı zamanda akademinin Genel Sanat Yönetmeni olan Anatoli Vasilyeviç İvanov yönetiminde sahnelenen 'Benim Sevgili Meleğim', olağan üstü ilgi görmüş ve yönetmenine 'Büyük Çehov Ödülü'nü kazandırmıştır. 2008 yılında gerçekleştirdiğim Rusya ziyaretim sırasında, yazarın doğup büyüdüğü Taganrog şehrinde bulunan Çehov Tiyatrosu'nda, Anatoli Vasilyeviç İvanov tarafından yeniden sahneye taşınan oyunu izleme fırsatı yakalamıştım. STANİSLAVSKİ’NİN TEKNİĞİ Çehov, katıldığı yarışma sonunda 'Martı' adlı oyunu ile birincilik ödülünü kazanmıştı. 1896 yılında St. Petersburg’ta bulunan Aleksandrov Tiyatrosu, oyunu ilk kez sahneye taşımış fakat başarısız bulunduğu için izleyiciler tarafından yuhalanmıştı. Oyunu locadan izlemekte olan yazar, tiyatroyu ağlayarak terk eder. Konstantin Stanislavski, V. İ. Nemiroviç-Dançenko ile birlikte kurucusu olduğu Moskova Sanat Tiyatrosu'da Çehov'un başarısızlığa uğramış 'Martı' adlı oyununu sahneye koymak istediğinde (1898), Çehov önce kabul etmedi. Uzun uğraşların ardından yazarı ikna eden Stanislavski aynı yıl içerisinde ilk gösterimi gerçekleştirdi. Çehov yaşanabilecek olası bir hayal kırıklığının önüne geçmek için oyunu izlemeden Yalta'ya gitmişti. Oyun yeniden sahnelediğinde ise tiyatro ilk büyük başarısını kazanmış oldu. Sahnelenme rekorunun ardından 'Martı', Moskova Sanat Tiyatrosu'nun amblemi olarak kullanılmaya başlandı. Stanislavski, Moskova'daki gösterimleri izlememiş olan Çehov için Yalta'da özel bir gösterim gerçekleştirdi. 'Stanislavski Tekniği' bir ekol olmuş ama Martı’da bu tekniğin uygulanmadığı bütün denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. ÜLKEMİZDEKİ BAŞARI Yıldırım F. Urağ'ın Şehir Tiyatroları'nda sayheye koyduğu 'Martı', ülkemizde izlediğim en başarılı Çehov yorumudur. Özellikle belirtmeliyim ki, oyunda rol alan büTün sanatçılar, kollektif başarı ile beni doğrulayan bir performans ortaya koymuşlardır. Her oyuncu, oyundaki Çehov karakterini üstün başarı ile betimliyor. Dönemine uygun bir estetik düzenlemeyle hazırlanmış sahne ve kostüm tasarımlarında M. Nurullah Tuncer, Sırrı Topraktepe ve Yeşim Türkgeldi imzası bulunuyor. Ayrıca Kemal Yiğitcan, oyunun zamanlaması ile eşzamanlı hareket eden video görüntülerine oyunculuk düzeyinde getirdiği etkileşimle gerçekliğe büyük katkı sağlıyor. Emre Turgaylı ve Mustafa Emin Duman'ın yaratıcı kurgusu başarıya artı değer katıyor. Oyunun özenle seçilmiş olan müziğinin izleyiciyi yakalama noktasındaki başarısı yadsınamaz. Yapımı, bir bütün olarak değerli bulduğumu ve oyunun görülmesi gerektiğini belirtmeliyim. -o0o- İnternette şöyle bir gezindin Martı konusunda… Devlet Tiyatroları’ndan tutun da birçok özel tiyatro, birkaç belediye tiyatrosu, amatör tiyatro toplulukları dahi repertuarına almış, defalarca oynayanlar olmuş. GONCA VUSLATERİ’NİN YAZISI: (Giriş Katın Bir Altı sütunundan: 23 Kasım 2017 Kelebek23.11.2017 - 01:01Hürriyet Haber) Bir martıyız biz! Bu hafta biraz da ben hava atayım dedim.  Pürtelaş Tiyatro’nun Serdar Biliş yönetmenliğinde sahneye koyduğu, Anton Çehov’un “Martı” oyunu sezona harika bir giriş yaptı. Zorlu PSM ve DasDas Sahnesi’nde oynayacağımız oyun büyük ilgiyle karşılandı. Boran Kuzum, Ecem Uzun, Fırat Tanış, Kayhan Açıkgöz, Serdar Orçin, Sevil Akı, Şerif Erol, Tilbe Saran, Yasin Bardakçı, Cem Cücenoğlu (ve ben) derken sahne bildiğin coşuyor. Dört oyun arka arkaya oynadık. 4-12-18-19 Aralık’ta Zorlu PSM ve 12 Aralık’ta Dasdas Sahnesi’nde izleyicilerle buluşmaya hazırız! Bir not: Festivale oyun hazırlamak özenli bir iş. Büyük bir coşkuyla biletlerini günler öncesinden alan seyirciye iyi bir şey sunmak hepimize heyecan verdi elbet ama şunu söylemeliyim ki festivallerin ve gösteri merkezlerinin içinde sıklıkla prova yapılamaması ciddi bir sorun. Prova salonu tedarik edilmesi ve tedarik edilen “odaların” festivalde oyun oynayacak insanların prova yaptığı alan olarak görülmesi de bir ricamdır. Bu anlamda Kadir Has Üniversitesi’ne teşekkür etmek lazım. Prova için karşılık beklemeden bize kapılarını açtı. Gel gelelim, oyunun dekoru (sürprizi kaçmasın) yeşil bir platform, yurtdışından getirilen özel bir malzemeyle kaplı. Seyirci içeri girdiğinde sanki işaret edilmişçesine o kadar çimen dekoruna bastı ki insanın basmayın derken içi sızlar! Özenle hazırlanmış dekor aynı zamanda betona çevrilen bir dünyanın yeşil alana olan açlığını hissettirdi bana. Oyun Rusya’da geçiyor ve bir oyuncu, anne-çocuk, yaşlılık, karşılıksız aşklar, yalnızlıklar içinde dalgalanan bir konuya sahip. Bu yılın iddialı ve güzel oyunlarından... Kaçırmayın derim. Kendi köşemde bir yerden. -o0o- (Faraklit adında bir üye yazmış. Hatta oyundan pasaqjlar bile eklemiş yazısına:) MARTI Önce, Martı'nın kahramanları ile tanışalım: İrina Nikolayevna Arkadina: (kocasının soyadıyla Repleva) aktrist, Konstantin Gavriloviç Treplev: Arkadina'nın oğlu, bir genç, Pyotr Nikolayeviç Sorin: İrina Nikolayevna'nın ağabeyi, Nina Mihalayeviç Zareçnaya: zengin bir çiftlik sahbinin genç kızı, İlya Afanasyeviç Şamrayev: emekli üsteğmen, Sorin çiftliğinin kahyası, Polina Andreyevna: İlya Afanasyeviç'in karısı, Maşa: Şamrayevlerin genç kızları, Boris Alekseyeviç Trigorin: yazar, Yevgeni Sergeyviç Dorn: doktor, Semyon Semyonoviç Medvedenko: öğretmen, Yakov: işçi, aşçı ve hizmetçi. Oyunda ilk sahnedeyiz: 'Sorin'in çiftliğinde bahçenin bir bölümü. İki yanı ağaçlı geniş bir yol gerideki göle doğru uzanır. Bir amatör tiyatro gösterisi için yapıldığı belli derme çatma bir sahne gölün görünmesine engel olmaktadır. Sahnenin sağında. Solunda fundalıklar. Birkaç iskemle ve küçük masa. Güneş az önce batmıştır. Amatör tiyatro gösterisi için hazırlanmış sahnenin inik perdesinin arkasında Ya kov ve öteki işçiler çalışmakta, çekiç ve öksürük sesleri işitilmektedir. Parkta bir gezintiden dönen Maşa ile Medvedenko soldan gelirler.' Herşey, Sorin çiftliğinde yaşanır. Perdenin ilk açılışında karşımıza Maşa ve Medvedenko çıkar. Maşa, Arkadina'nın oğlu olan Treplev'i sevmektedir. Ancak Treplev bu aşka cevap vermez. Onun kafasını yalnızca tiyatro meşgul etmektedir. Bir de, sahneye koyduğu oyunun genç, güzel ve saf oyuncusu Nina. Maşa, umutsuz aşkını yenmek için Medvedenko ile evlenecektir. Yazar, oyunda henüz ilk satırlarda 'Martı'nın kim olduğu konusunda izleyiciyi düşündürtmeye başlar. Oyunun hemen başında, bu umutsuz aşk, ilk 'martı' adayının Maşa olduğunu hissettirir izleyiciye. Ancak gelişen olaylar, Sorin çiftliğinde yaşayan bu insanların, aslında hepsinin birer 'martı' olduğunu gösterecektir. Kırılgan, uçamayan, yalnızca gölün kıyısından çığlıkları duyulan martılar. MARTI'DA İLETİŞİMSİZLİK UNSURU Anton Çehov "Martı" adlı eserinde bir çiftlikte bulunan orta ve aydın tabakaya mensup insanların yaşayış tarzını anlatmaktadır. Çehov bu konuyu ele alarak bu iki tabakanın yaşamış olduğu üretimsiz hayatı eleştirmektedir. Çehov eserinde karakterler arasındaki iletişimsizliği ana unsur şeklinde kullanarak bu üretimsiz yaşayışın karakterler üzerine daha çok yerleştiğini göstermektedir. Ayrıca başta Treplev ve Arkadina olmak üzere, tüm kahramanların günlük hayatta aralarındaki uyumsuzluğu ve anlaşmazlığı okuyucuya gösterebilmek için de iletişimsizlik unsurunu kullanmaktadır.   Anton Çehov karakterler arasındaki uyuşmazlığı ve anlaşmazlığı iletişimsizlik unsurunu kullanarak gösterirken okuyucu metin üzerinde bu durumla ilk olarak birinci perdenin ilk diyaloğunu gerçekleştiren Mâşa ve Medvedenko arasındaki konuşmada rastlanmaktadır.   "MEDVEDENKO: Neden hep karalar giyersiniz siz? MÂŞA: Hayatımın yasını tutuyorum. Mutsuzum. MEDVEDENKO: Neden ama? (Düşünceli) Aklım ermiyor. Sağlığınız yerinde. Babanız zengin değil ama,durumu hiç de kötü sayılmaz. Bir de beni düşünün. Ayda topu topu yirmi üç ruble geçiyor elime,emeklilik kesintisi de caba,ama yine de yas tuttuğum yok. (Otururlar.) MÂŞA: Para... Ne önemi var paranın? İnsan yoksulken de mutlu olabilir. MEDVEDENKO: Evet,teoride öyle... Ama işin pratiğinde nasıl oluyor bakın: Ben,annem,iki kız bir de erkek kardeşim topu topu yirmi üç rubleyle geçinmek zorundayız. İnsan dediğin yiyip içer, öyle değil mi? Sonra çay,şeker? Tütün? Çık bakalım işin içinden çıkabilirsen... MÂŞA (iç sahneye bakarak): Gösterinin başlamasına az kaldı."   Yazar bu örneğin sonunda Mâşa'nın, Medvedenko'nun para hakkındaki fikirlerini hiç duymuyormuşçasında az sonra başlayacak oyundan söz etmesiyle, metindeki iletişimsizliğe dikkat çekmektedir.   Nitekim az sonra devam eden diyalogta da yazar okuyucuyu ikinci bir iletişimsizlik örneğiyle karşı karşıya bırakmaktadır.   "MEDVEDENKO: Evet, Zareçnaya oynaycak. Oyunun yazarı ise Konstantin Gavriloviç. Birbirlerine âşıklar ve bugün gönülleri tek ve aynı sanatsal görüntüyü yaratmak arzusunda kaynaşacak. Bizim gönüllerimizde ise ortak dokunma noktaları yok. Oysa seviyorum sizi Mâşa. Hasretimden evde duramıyorum. Her gün altı verst yaya olarak buraya geliyor,aynı yolu yine yaya olarak gerisin geri dönüyorum da, soğuk bir umursamazlıktan başka bir şey göremiyorum sizde. Evet,anlıyorum tabi. Züğürdün tekiyim,elime bakan koca bir aile var... Kendi karnını doyurmaktan aciz birinin ardından niye gitmeli ki... MÂŞA: Saçma. (Enfiye çeker.) Aşkınız duygulandırıyor beni ama,karşılık veremiyorum,hepsi bu. (Tabakayı uzatır.) Buyurmaz mısınız? MEDVEDENKO: İstemem... (Sessizlik...) "   Yazarın karakterleri burada aşktan ve gelecekten bahsederken konu birden değişmekte ve yazar aradaki uyuşmazlığı yeniden ortaya koymaktadır. Ayrıca bu diyalogların çok doğal bir biçimde gerçekleşmesiyle birlikte okuyucuya,mevcut iletişimsizliğin artık bir yaşam biçimi haline geldiğini hissettirmektedir.   Daha sonra Sorin ve Treplev'in de sahneye gelmesi üzerine Medvedenko ile Mâşa sahneden çıkarken Medvedenko'nun Treplev'e "Başladığı zaman haberimiz olacak, değil mi?" sorusuna hiç kimse cevap vermemektedir. Bu durum da metin üzerinde yazar tarafından ortaya konulan alt ve üst tabaka arasındaki iletişimsizliğin bir göstergesidir.   Yazar Treplev ve Sorin arasındaki ilişkiyi de yine onların kurduğu diyaloglarda da iletişimsizlik unsuruna başvurarak anlatmaktadır.   "TREPLEV: Yeni biçimlere gereksinim var. Yeni biçimler bulunamıyorsa eğer,hiçbirşey olmasın daha iyi. (Saatine bakar.) Annemi seviyorum, hem de çok. Fakat anlamsız bir yaşam sürdürüyor,adı ayyuka çıktı şu yazarla birlikte,gün geçmiyor ki gazetelerin dedikodu sayfalarında ondan söz edilmesin. Bu da bıktırdı beni. Bazen de sıradan bir ölümlünün bencilliğini duyuyorum içimde; annemin ünlü bir aktris olmasına üzülüyorum,herhangi bir kadın olsaydı daha mutlu olurdum gibi geliyor bana. Kimi zaman ünlü kişilerle tepeleme dolu olurdu evimiz; aktörler,aktrisler,yazarlar... Aralarında hiçbir değeri bulunmayan bir ben olurdum sadece,sırf onun oğlu olduğum için varlığına katlanılan... Dayı, insanı bundan daha çok ezen, bundan daha aptalca bir durum olabilir mi?.. Kimim ben? Neyim? Üniversitenin üçüncü sınıfından, hani derler ya elde olmayan nedenlerle ayrılmak zorunda kalmış, yeteneksiz, meteliksiz, nüfus kağıdıma göre de Kiev doğumlu, aşağı orta tabakadan biri... Gerçekten de, ünlü bir aktördü ama, Kiev'in aşağı orta tabakasındandı babam... Böyle işte... Annemin konuk salonunda tüm bu sanatçılar,yazarlar,yücegönüllü ilgilerini bana yönelttiklerinde, bakışlarıyla hiçliğimi ölçüyorlarmış gibi gelir,düşüncelerini okur,alçalmışlığımın acısı altında ezilirdim. SORİN: Hazır sözü açılmışken, şu yazar nasıl bir adam allasen? Anlamak güç. Susuyor hep."   Yazar burada Treplev annesine ve kendi çocukluğuna dair çok önemli şeyler söylemişken Sorin'in yalnızca kız kardeşinin birlikte olduğu yazarla ilgili olan kısmı dikkate şâyân bulmasını kullanarak Sorin ve Treplev arasındaki ilişkide yer edinmiş iletişimsizliğe dikkat çekmektedir. Ayrıca Treplev'in anlattıkları üzerine Sorin'in sormuş olduğu soru okuyucuya karakterlerin oyunun ilerleyen kısımlarında da birbirlerinin problemlerini önemsemeyeceklerini göstermektedir.   Yazar , Nina ve Treplev arasındaki ilişkiyi anlatırken de iletişimsizlikten faydalanmaktadır.   "TREPLEV: Peki, ben size gelsem, Nina? Tüm gece boyunca, sabaha kadar, bahçede durup pencerenize bakmak için. NİNA: Olmaz, bekçi görür. Köpek de alışkın değil size, havlar. TREPLEV: Seviyorum sizi. NİNA: Şşş..."   Yazar bu diyalogta Treplev'in hissettiği aşkı anlatmak için her yolu denediğini ancak Nina'nın Mâşa'dan farklı olarak fiziksel bağlamda karşılık vermesine rağmen hissi manada tıpkı Mâşa ve Medvedenko'da olduğu gibi, Treplev'in duygularıyla iletişim kuramadığını ortaya koymaktadır.   Nitekim az sonra tiyatro ile alakalı yaptıkları konuşma bu durumu daha açık bir biçimde ifade etmektedir.   "NİNA: Sizin oyununuzda oynamak güç bir şey. Canlı kişiler yok. TREPLEV: Canlı kişiler! Hayatı olduğu ya da olması gerektiği gibi değil, hayalimizde canlandırdığımız gibi betimlemek gerekir. NİNA: Çok az hareket var oyunumuzda, sadece okuma. Oysa bir oyunda bence mutlaka aşk olmalı... (Birlikte sahne arkasına giderler.)"   Yazarın Nina ve Treplev arasında geçen tiyatro konusundaki bu anlaşmazlığı kullanması yine karakterler arasındaki iletişimsizliğe dikkat çekmektedir. İkisinin de tiyatro hakkında fikirleri farklıdır. Bu durum iletişimsizlik yüzünden Treplev ve Nina arasında kalıcı olmayacak bir ilişkinin sürüğünü okuyucuya hissettirmektedir.   Yazar herkesin merakla beklediği ve Treplev'in Nina'yı oynattığı oyununun başlaması üzerine mekânda geçen konuşmalarda yine iletişimsizlikten yararlanmaktadır. Nina'nın tiradını oynarken Arkadina'nın verdiği tepkiler -"Dekadanca bir şey bu!" - Treplev'i anlayamadığını göstermekte ve okuyucuya anne-oğul arasında bir iletişim kopukluğu olduğunu hissettirmektedir.   Yazar Nina ile Treplev arasındaki ilişkide yer alan iletişimsizlik unsurunu Treplev'in olmadığı bir mekanda da ortaya koymaktadır. Trigorin ile Nina'nın tanışmasının ardından Nina ile Trigorin;   "NİNA: Tuhaf bir oyun öyle değil mi? TRİGORİN: Hiçbir şey anlamadım. Ama yine de zevkle izledim. Öyle içten oynuyordunuz ki. Dekor da çok güzeldi. (Sessizlik...) Bu gölde balık bol olsa gerek." şeklinde bir diyalog geçmektedir.   Yazarın Nina'ya Treplev'in oyunu hakkında böyle bir şey söyletmesi Nina ile Treplev arasındaki kopuk iletişimin metindeki en canlı kanıtıdır. Okuyucu buradan, Nina'nın aslında Treplev'i hiç anlayamadığını,asıl amacının Trigorin'i etkileyebilmek olduğunu hissetmektedir.   Birinci perdenin sonlarına doğru Treplev ile Dorn, Treplev'in oyunu hakkında konuşurken yazar bu diyalogda da  iletişimsizlik unsurundan faydalanmaktadır.   "DORN - Konstantin Gavriloviç, çok sevdim oyununuzu. Biraz tuhaf bir şey, sonra sonunu da izleyemedik, a-ma yine de güçlü bir etki uyandırdı bende. Yetenekli bir insansınız siz, bırakmayın bu işin ardını. (Treplev kuvvetle sıkar Dorn 'un elini ve tutkuyla kucaklar.) DORN - Ne kadar sinirlisiniz böyle! Gözlerden yaşlar fışkırdı fışkıracak... Bakın, ne diyeceğim: Konunuzu soyut düşünceler oluşturuyor. Öyle de olması gerekir. Çünkü bir sanat yapıtı mutlaka büyük bir düşünceyi dile getirmelidir. Ancak ciddi olan şey güzel olabilir. Ne kadar solgunsunuz? TREPLEV - Demek yazmayı sürdürmeliyim sizce? DORN - Evet... Fakat sadece önemli ve kalıcı olanı betimleyin. Biliyor musunuz, oldukça renkli bir ömür sürdüm ben. Hayatımdan hoşnuttum. Fakat sanatçıların yaratıcılık anında duydukları o ruh yücelmesini duymuş olsaydım, öyle geliyor ki bana, maddi olan her şeyi küçümserdim ve ruhum kanatlanmışçasma yükselirdi. TREPLEV - Özür dilerim, Zareçnaya nerede? DORN - Bir şey daha söylemek istiyorum bakın: Biryapıt, açık, kesin, belirli bir düşünceyi içermelidir. Belirli bir amaç olmadan yola çıkarsanız, ya yolunuzu şaşırırsınız, ya da yeteneğiniz yok eder, sizi. TREPLEV (Sabırsız.) - Zareçnaya nerede? DORN - Evine döndü. TREPLEV (Ümitsiz.) - Ne yapmalı şimdi? Görmeliyim onu... Mutlaka görmeliyim.. Gidiyorum oraya... (Maşa girer.)"   Bu hususta da Dorn karakteri kendi anlatacaklarını bitirmeden Treplev'in sorusunu duymamakta dolayısıyla cevap vermemektedir. Yani sözkonusu olan iletişimi kuramamaktadır.   Çehov "Martı" eserinin ikinci perdesinde de iletişimsizlik unsurundan çokça faydalanmaktadır. İkinci perdede okuyucunun bu durumla en etkileyici olarak karşılaştığı ilk sahne Arkadina ve Şamrayev arasında geçen atlarla ilgili münakaşanın olduğu sahnedir.   "ŞAMRAYEV - Herkescikler burada! Günaydın! (Arkadina 'nın, sonra Nina 'nın elini öper.) Sizi böyle iyi gördüğüme pek memnun oldum. (Arkadina 'ya.) Bugün karımla şehre gitmeye niyetliymişsiniz hanımefendi, doğru mu bu? ARKADlNA - Evet, niyetim var. ŞAMRAYEV - Hımm... Harika, fakat ne ile gideceğinizi sorabilir miyim çok sayın hanımefendi? Çavdar kaldırılıyor bugün, işçilerin hepsi çalışıyor. Sonra, hangi atlarla gideceğinizi sorabilir miyim? ARKADİNA - Hangi atlarla? Hangileriyle olacağını ben nereden bileyim! SORİN - Arabanın atları var ya. ŞAMRAYEV (Sinirlenerek.) - Arabanın atları mı? Fakat arabanın atlarına hamut nereden bulayım? Hamut nereden bulayım? Şaşılacak şey! Akıl almaz şey! Çok yüce hanımefendi! Bağışlayın, yeteneğinizin hayranıyım, size hayatımın on yılını vermeye hazırım, ama at veremem! ARKADİNA - Fakat ya zorunluysa gitmem, ne olacak? Tuhaf şey! ŞAMRAYEV - Çok sayın hanımefendi! Sizin çiftlik yönetimi demlen şeyden haberiniz yok! ARKADİNA (Parlar.) - Hep aynı eski hikâye! Bugünden tezi yok Moskova'ya dönüyorum ben de. Benim için köyden at kiralatın yoksa istasyona yayan giderim! ŞAMRAYEV (Parlar.) - Ben de istifa ediyorum! Kendinize başka bir kâhya bulun! (Çıkar.) ARKADÎNA - Her yaz aynı şey, her yaz hakarete uğruyorum burada! Bir daha ayağımı basmayacağım buraya! (Soldan, göle girme yerinin bulunduğu varsayılan yönden çıkar, az sonra, elinde oltalar ve kova taşıyan Trigorin arkasında olmak üzere, eve girdiği görülür.)"   Yazar burada orta tabakayı temsil eden kahya rolündeki Şamrayev'in dahi büyük bir cesaretle hanımı olan aydın tabakanın mümessili Arkadina'ya rahatça karşı çıktığını hatta isyan edebildiğini göstererek iki farklı kesim arasındaki iletişimsizliğin nelere yol açabileceğine dikkat çekmektedir. Aynı zamanda okuyucuya da ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucu insanların konumlarını şaşırabileceklerini hissettirmektedir.   Polina Andreyevna ile Dorn arasındaki diyaloglar da karşılıksız aşklar zinciriyle örülmüş Martı eserindeki iletişimsizliğe Çehov'un sunmuş olduğu en belirgin örneklerden biridir.   (...) "POLİNA ANDREYEVNA: Arabanın atlarını da tarlaya gönderdi. Gün geçmiyor ki böyle bir tatsızlık çıkmasın. Bilseniz nasıl üzüyor beni bunlar! Hasta gibi oluyorum... Nasıl titriyorum bakın... Kabalıklarına dayanamıyorum artık onun. (Yalvarır.) Yevgeni, canım benim, sevgilim, ne olur birlikte yaşayalım... Zamanımız geçiyor, genç değiliz artık, hiç değilse ömrümüzün son deminde, gizlisiz saklısız, yalansız yaşayalım... (Sessizlik...) DORN - Elli beş yaşındayım ben, yaşama tarzımı değiştirmem için çok geç. POLİNA ANDREYEVNA - Beni neden reddettiğinizi biliyorum,yakınlık duyduğunuz başka kadınlar da var. Hepsiyle birlikte yaşayamazsınız tabii. Anlıyorum. Özür dilerim... Başınızı ağrıttım..."   Yazar Polina Andreyevna ile Dorn arasındaki bu diyalogta Dorn'un Polina'nın aşkına karşılık vermeyişi,ona karşı kayıtsız kalışı ve hatta reddedişiyle birlikte tıpkı Mâşa-Medvedenko ve Nina-Treplev ilişkisinde olduğu gibi metindeki iletişimsizliğin had safhada olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda okuyucuya tüm bu karşılıksız aşklarda ve aile yapılarında önemli bir benzerlik olduğunu,bunun ise en büyük kaynağının bireyler arasındaki iletişim kuramama sorunu olduğunu hissettirmektedir.   Birinci perdede Nina ile Treplev arasında bir aşk yaşadıkları halde yazar tarafından ortaya koyulan uyumsuzluk ve anlaşmazlık ikinci perdede daha çok dikkat çekmektedir. Nina'nın sahnede yalnız olduğu bir esnada Treplev onun yanına gelir:   "TREPLEV: (Şapkasız, elinde bir tüfek ve vurulmuş bir martıyla girer.) - Yalnız mısınız burada? NİNA : Evet, yalnızım. (Treplev, Nina 'nın ayakları dibine bırakır martıyı.) NİNA : Bu da ne demek oluyor? TREPLEV : Bugün bu martıyı öldürmek alçaklığında bulundum. Onu ayaklarınızın dibine bırakıyorum. NİNA : Neyiniz var sizin? (Kaldırıp bakar martıya.) TREPLEV (Bir sessizlikten sonra.): Yakında kendimi de böyle öldüreceğim. NİNA : Sizi tanıyamıyorum. TREPLEV : Doğru, ama ben de sizi tanıyamamaya başladıktan sonra. Bana karşı değiştiniz, bakışlarınız yabancı, varlığım sıkıyor sizi. NİNA : Son zamanlarda çok alıngan oldunuz. Söyledikleriniz de anlaşılmaz bir takım şeyler, simgeler. Bakın işte, bu martı da bir simge olsa gerek, ama bağışlayın, anlamıyorum onu... (Martıyı kaldırıp bankın üzerine koyar.) Sizi anlayabilmek için fazla basitim. TREPLEV: Oyunumun öyle aptalca başarısızlığa uğradığı akşam başladı bu. Kadınlar başarısızlığı bağışlamazlar. Hepsini yaktım onun, hepsini, tek bir kırpıntı kalmamacasına. Ne kadar mutsuz olduğumu bilseniz! Bana karşı bu soğukluğunuz öyle korkunç, öyle akıl almaz birşey ki!.. Sanki bir gün kalkıp da bu gölün kuruduğunu ya da toprağın içine süzülüp gittiğini görüyor muşum gibi. Az önce beni anlayabilmek için fazla basit olduğunuzu söylediniz. Oh, ne var anlamayacak burada? Oyunum beğenilmedi, sanatımdan nefret ediliyor, beni sürüsüne bereket, sıradan değersiz biri olarak görüyorsunuz... (Ayağını yere vurarak.) Ne kadar iyi anlıyorum bunu, nasıl anlıyorum! Beynime bir burgu gibi işleyen bu düşünceye de, kanımı bir yılan gibi emen gururuma da lanet olsun... (Bir kitap okuyarak gelen Trigorin 'i görür.) İşte gerçek yetenek geliyor: Yürüyüşü Hamlet gibi, elinde de kitapla! (Oynar.) "Sözcükler... Sözcükler... Sözcükler..." Güneş henüz ulaşmadı size ama, gülümsüyorsunuz şimdiden, bakışlarınız onun ışınlarında erimeye başladı bile.. Size engel olmayayım. (Hızla çıkar.) "Yazarın birinci perde boyunca alttan alta verdiği iletişimsizlik bu sahnede gayet açıktır. Treplev'in bu sahnedeki davranışları sahneyi ve sonradan olacak olayları daha ilginç kılmaktadır. Nina'ya göre kendisinin Treplev'e karşı davranışlarında bir değişiklik yoktur ve Treplev fazla alınganlık yapmaktadır ancak durum Treplev'in açısından daha farklıdır. Treplev, Nina'nın artık kendisine karşı birşey hissetmediğini,ilgisiz davrandığını,daha da kötüsü artık Trigorin ile ilgilenmeye başladığını farketmiş veya hissetmiştir. Bu sahnede de bunu dillendirmektedir. Ancak bunu yaparken alışık olunmayan bir yöntem kullanmıştır. Bir martı vurarak onu Nina'ya hediye etmiştir. Fakat Nina "martı"nın simgelediği manayı kavrayamamakta ve bunu da açıkça ifade etmektedir. Okuyucuya bu noktada yazar tarafından hissettirilmek istenen şey Nina ve Treplev arasındaki iletişimsizliğin zaman geçtikçe daha da artıyor olmasıdır.   Oyunun başkarakterlerinden biri olan Arkadina ile ağabeyi rolündeki Sorin arasında da bir takım iletişim kopuklukları görülmektedir. Bunlardan biri üçüncü perdede geçen şu diyalogtur;   "ARKADİNA - Dinle beni Petruşa, evde kal... SORİN - Siz gittikten sonra burada yaşayamam. ARKADİNA - Kentte ne var peki? SORİN -Özel bir şey yok, ama yine de... (Güler.)'Belediye Konağı'nın temel atma töreni var falan filan... Birkaç saatliğine de olsa şu durgun hayattan kurtulmak istiyor insan, zifir bağlamış hurda bir ağızlık gibi bir köşede yatıp durmaktan usandım... Atları saat birde getirmelerini emrettim, böylece yola aynı zamanda çıkacağız. ARKADİNA (Bir sessizlikten sonra.) - Burada kal sen, sıkıntıya kaptırma kendini, üşütme. Oğluma göz kulak ol. Gözün onun üzerinden eksik olmasın. Doğru yolu göster ona. (Bir sessizlikten sonra.) Gidiyorum işte. Konstantin'in kendini neden vurduğunu öğrenemeden. Bence başlıca neden kıskançlık. Bu yüzden de Trigorin'le birlikte buradan ne kadar çabuk gidersem o kadar iyi. SORİN - Nasıl söylemeli bilmem, ama başka nedenler de var. anlaşılmayacak bir şey değil; aklı başında genç bir adam, burada, bu ıssız köy hayatını yaşıyor. Ne parası, ne toplumda bir yeri, ne geleceği var. Belli başlı bir işi yok. Başı boşluğundan utanıyor ve korkuyor. Çok severim onu, o da bana bağlıdır, ama yine de, ne de olsa, yerinin burası olmadığını biliyor, başkalarının merhametiyle yaşayan bir besleme, bir asalak gibi hissediyor kendini. Şaşacak bir şey yok bunda, gururlu bir insan. ARKADÎNA - Beni çok tasalandırıyor... (Düşünceli.) Bir işe mi girmeli acaba? SORÎN (Islıkla bir ezgi çalar, sonra kararsızca.) -Bence... Ona biraz para vermen yapılacak en iyi şey olurdu. Bir kere doğru dürüst giyinmesi gerek, vesselam... Baksana üç yıldır aynı ceketi taşıyor sırtında, paltosu da yok... (Güler.) Sonra biraz gezip tozması da fena olmazdı delikanlının... Yurtdışına gitmesi filan... Çok para tutmaz bu. ARKADİNA - Tutmaz olur mu... Kostüm için bir şeyler yapabilirim belki, fakat yurtdışı olmaz... Yok, şu sıra kostüm de olmaz. (Kararlı.) Param yok! (Sorin güler.) ARKADİNA - Yok!"   Sorin ve Arkadina arasında geçen bu diyalog abi kardeş olmaları sebebeiyle oyunda birbirine en yakın olması gereken iki karakterin ilişkisinde dahi iletişimsizliğin hakim olduğunu göstermektedir. Sorin kent yaşamını özlemekte ve bir an önce kente gitme planları yapmaktadır. ;Ancak Arkadina bunu anlamazdan gelir,çünkü onun amacı Treplev'in kendisini vurmasını bahane ederek Trigorin'i de yanına alıp,hemen çiftlikten uzaklaşmaktır. Bunun için Sorin'in de kendisiyle gelmesini istemez. Yazar bu kısımda okuyucuya Arkadina'nın, Sorin'in kendisine yük olacağını düşündüğünü ve bu yüzden onun gelmemesini, köyde Treplev ile kalmasını istediğini hissettirmektedir. Konu Treplev'den açıldığı vakit Sorin Treplev'in ihtiyaçlarını bildiğinden bunları Arkadina'ya karşı az çok dillendirmeye çalışmaktadır ancak Arkadina kendisini anlamazlıktan geldiği için yani aralarında kopuk bir iletişim olduğu için Sorin'in söylediklerine anlam verememekte ve Treplev için ilginç çözümler ortaya koymaktadır. Bu durumun metne katkısı üst tabakanın da aile ilişkilerinde ister anne-oğul, ister abla-kardeş olsun büyük kooukluklar ve anlaşmazlıklar olduğu yönündedir.   Treplev ve Arkadina arasındaki sağlam olmayan ilişki de birakım kopuk noktaları içerisinde barındırmaktadır. Örneğin;   "TREPLEV - Anne, sargımı değiştirir misin? Bu işi çok iyi yaparsın sen. ARKADİNA (Haç dolabından tentürdiyot ve içinde sargı gereçleri bulunan bir kutu çıkarır.) Doktor da gecikti. TREPLEV - Onda geleceğini söylemişti, öğle oldu. ARKADİNA - Otur. (Oğlunun başındaki sargıyı çözer.) Sanki sarık. Dün mutfakta bir yolcu senin hangi milletten olduğunu soruyordu. Fakat yaran iyileşmiş hemen hemen. Kuruması gereken küçük bir yer kalmış sadece. (Oğlunun başını öper.) Ben yokken silahla oynamayacaksın bir daha, değil mi? TREPLEV - Yok, anne. Kendimi denetleyemediğim çılgınca bir umutsuzluk anıydı o. Bir daha olmayacak. (Annesinin ellerini öper.) Ellerin büyülüdür senin. Hiç unutmam, devlet tiyatrosunda çalıştığın sırada, ben küçük bir çocuktum, bizim avluda bir kavga çıkmıştı da kiracılardan bir çamaşırcı kadını fena halde hırpalamışlardı. Anımsadın mı? Kadını kaldırıp götürdüklerinde baygındı... iyileşinceye kadar ziyaretine gitmiştin onun, ilaç götürmüştün, çocuklarını çamaşır teknesinde yıkamıştın. Yoksa anımsamıyor musun? ARKADÎNA - Hayır! (Yeni bir sargı sarar oğlunun başına.) TREPLEV - Oturduğumuz binada iki de balerin vardı... Sana kahve içmeye gelirlerdi... ARKADlNA - Bunu anımsıyorum. TREPLEV - Çok dindar kişilerdi. (Bir sessizlik.) Son zamanlarda, şu son günlerde, tıpkı çocukluğumdaki gibi seviyorum, öyle içten, bütün kalbimle... Senden başka kimsem kalmadı artık. Fakat neden, neden bu adamın etkisinden kurtulamıyorsun? ARKADlNA - Onu anlayamıyorsun Konstantin... Çok soylu bir insandır o... TREPLEV - Öyleyse kendisini düelloya çağıracağımı öğrendiğinde, soyluluğu bir korkak gibi davranmasına neden engel olmadı? Gidiyor. Yüz kızartıcı bir kaçış bu. ARKADÎNA - Ne saçma şey! Ona buradan gitmesini rica eden benim. TREPLEV - Çok soylu bir insanmış gerçekten de! Biz burada onun yüzünden neredeyse kavga ederken, o bir yerlerde, parkta ya da salonda üstümüze gülüyordur şimdi... Nina'yı çözümlüyor, dahi bir yazar olduğu konusunda onu kuşkuya yer kalmayacak biçimde ikna etmeye çalışıyor- dur... ARKADlNA - Bana bu çirkin şeyleri söylemekten özel bir zevk duyuyorsun. Sözünü ettiğin kişiye saygım var ve rica ederim benim yanımda onun için kötü şeyler söyleme. TREPLEV - Ama benim saygım yok. Senin istediğin, benim de onu bir dahi olarak görmem. Fakat, bağışla, yalan söylemeyi beceremem ben, yazdıklarından bana usanç geldi artık. ARKADÎNA - Basit bir kıskançlık olayı bu. Yeteneği olmayıp da hevesi olanların gerçek yeteneklere çamur atmaktan başka yapacakları bir şey yoktur çünkü. Ne denir, bu da bir çeşit avuntu işte! TREPLEV - (Alaycı.) Gerçek yetenekler! (Öfkeyle.) Sizin topunuzdan çok daha yetenekliyim ben, madem öyle! (Başındaki sargıyı çekip çıkarır.) Siz, tutucular, sanat alanında su başlarını tutmuşsunuz bir kere, kendi dışımızdakilere yaşama hakkı tanımıyorsunuz. Sadece kendi yaptıklarınızı kurala uygun ve gerçek sayıyorsunuz! Sanatçı saymıyorum sizi! Ne seni, ne de onu! ARKADÎNA - Dekadan! TREPLEV - Sen sevgili tiyatrona git de, o açması, beş para etmez oyunlarında oyna! ARKADİNA - Öyle oyunlarda hiçbir zaman oynamadım ben! Bana dil uzatma! Uyduruk bir operet bile yazacak yeteneğin yok senin. Kievli sonradan görme, türedi seni! Asalak! TREPLEV-Cimri! ARKADİNA - Kılıksız! (Treplev oturur ve sessizce ağlar.) ARKADlNA - Beş para etmezsin! (Üzüntü ve öfkeyle gezinir.) Ağlama... Ağlama diyorum... (Kendisi de ağlar.) Ağlama diyorum sana... (Oğlunu kucaklar, yüzünü, saçlarını öper.) Sevgili yavrum benim, bağışla günahkâr anneni. Bağışla bu bahtsız kadını. TREPLEV - (Annesini kucaklayarak.) Ah bilseydin! Her şeyimi yitirdim! Beni sevmiyor, yazamaz oldum artık, tüm umutlarım yok oldu... ARKADİNA - Umutsuzluğa kapılma... Her şey düzelecek... O gidince Nina seni sevecektir yine... (Oğlunun gözyaşlarını kurular.) Yeter. Barıştık artık, değil mi? TREPLEV - (Annesinin ellerini öper.) Evet anne. ARKADİNA - (Sevecen.) Onunla da barış. Vazgeç düellodan... olmaz mı? TREPLEV - Peki... Ama izin ver, görmeyeyim onu. Bana ağır geliyor bu. Gücümün üstünde bir şey... (Trigorin girer.) İşte... Gidiyorum ben... (ilaçlan çabucak dolaba koyar.) Sargıyı doktor sarar artık... TRİGORİN (Kitapta aranarak.) 121. sayfa... 11 ve 12. satırlar... Tamam... (Okur.) "Eğer bir gün hayatım sana gerekecek olursa gel ve al onu..." (Treplev sargıyı yerden alıp çıkar.)"   Yazar anne ile oğul arasındaki bu hastalıklı ve rekabet dolu ilişkiyi vererek metni iletişimsizlik unsuruyla güşlendirmek istemiştir. okuyucu bu satırlardan hırslarına kapılan üst tabaka insanlarının anne veya oğul kavramlarını bir anda unutabileceklerini hissetmektedir.   Dördüncü perde aynı anda karakterler arasındaki iletişimsizliğin hem had safhaya geldiği hem de birden çözüldüğü kısımdır. Örneğin;   TREPLEV (Yazmaya hazırlanır, daha önce yazdıklarını gözden geçirir.) Yeni biçimler konusunda çok söz et tim, ama yavaş yavaş kendimin de basmakalıp bir söyleyişe kaydığını hissediyorum... (Okur.) "Duvardaki afişte deniyor ki...", "Koyu, siyah saçlarla çerçevelenmiş solgun bir yüz..." Deniliyordu ki... çerçevelenmiş... (Karalar.) Bayat sözler bunlar. Kahramanın, yağmurun sesiyle uyanmasıy-la başlayacağım, geri kalan her şey dışarı! Mehtaplı gece tasviri, uzun ve özentili. Trigorin için kolay bunlar, kendi yöntemini elde etmiş o... Su bendinde kırık bir şişe ağzının parlaması ve değirmen taşının gölgesi mehtaplı bir gecenin tasviri için yetiyor ona. Bana ise titrek ışıklar, yıldızların yumuşak parıltısı, bir piyanonun uzaklardan gelen ve güzel kokularla dolu dingin havada yitip giden ezgileri gerekli... Ne işkence! (Bir sessizlik). Biçimin eskiliğinde ya da yeniliğinde değil iş, yazdığın şeyi hangi biçimde olduğunu düşünmeden yazmanda, çünkü sözler özgürce akmaktadır ruhundan, bunu gitgide daha iyi anlıyorum... (Birisi masaya en yakın pencereyi tıklatır dışardan.) O da ne? (Pencereden dışarı bakar.) Karanlıktan başka bir şey görünmüyor. (Camlı kapıyı açıp bahçeye bakar.) Basamaklardan aşağı koşuyordu biri. (Seslenir.) Kim var orada? (Çıkar. Terasta hızlı hızlı yürüdüğü duyulur. Yarım dakika sonra Nina Za-reçnaya ile döner.) Nina! Sizdiniz demek, Nina! (Nina başını göğsüne dayar onun, sessizce ağlar.) TREPLEV (Çok duygulanmış.) - Nina! Sizsiniz bu, Nina!.. İçime doğmuştu, bütün gün bir sıkıntı kemirip duruyordu içimi... (Şapkasını ve pelerinini çıkarmasına yardım eder). Oh, biriciğim benim, güzelim, sevgilim! Geldi sonunda! Ama ağlamayalım ne olur! NİNA - Biri var burada! TREPLEV - Yok kimse. NÎNA - Kapıları kilitleyin, içeri giren olur. TREPLEV - Yok, girmez kimse. NÎNA - İrina Nikolayevna'nın burada olduğunu biliyorum. Kapıları kilitleyin. (...) NİNA - Ağlayayım, bırakın. Böylece ferahlıyorum biraz, iki yıldır hiç ağlamadım, dün akşam geç vakit tiyat- romuz yerinde mi diye bahçeye bakmaya geldim. Baktım, duruyor orada! iki yıldan sonra ilk kez ağladım. İçim açıldı, ferahladım. Bakın, ağlamıyorum artık. (Treplev 'in elini tutar.) Demek, yazar oldunuz. Siz yazar, ben aktrist... Böylece biz de bir girdaba yuvarlandık... Oysa bir çocuk sevinciyle yaşıyordum burada... Sabahları uyanınca bir şarkı tutturuyor, sizi seviyor, şöhret düşleri kuruyordum; ya şimdi? Yarın sabah erkenden üçüncü mevkide köylülerin arasında Yeletz'e gidip kültürlü görünme meraklısı tüccarların yapışkan iltifatlarına katlanmam gerekecek... TREPLEV - Neden gidiyorsunuz Yeletz'e? NİNA - Bütün kış angajmanım var. Vakti geldi. TREPLEV - Nina, nefret ettim, sizden, lanetler yağdırdım; mektuplarınızı, fotoğraflarınızı yırtıp attım. Ama her an, bütün benliğimin, size sonsuzca bağlı olduğunu biliyordum. Sizi sevmemek elimde değil Nina. Sizi yitirdiğim, yazdıklarımın yayımlanmaya başladığı zamandan beri, hayat dayanılmaz bir şey oldu benim için... Sanki ansızın koparıldım gençliğimden ve bazen bu dünyada doksan yıldır yaşıyormuşum gibi geliyor bana. Size sesleniyor, ayaklarınızın bastığı toprakları öpüyor; nereye baksam yüzünüzü, hayatımın en güzel yıllarında bana ışıldayan o sevgili gülümsemenizi görüyorum... NİNA (Şaşırmış.) - Neden söylüyor bunları bana, neden?.. TREPLEV - Yapayalnızım, beni ısıtacak hiçbir sevgi yok, bir yeraltı zindanındaymışım gibi üşüyorum, yazdıklarım da soğuk, yavan, bulanık... Nina, yalvarırım burada kalın, ya da bırakın sizinle geleyim... (Nina aceleyle şapkasını ve pelerinini giyer.) • TREPLEV - Nina, neden? Ne olur, Nina... (Onun giyinmesine bakar. Bir sessizlik.) NİNA - Arabam bahçe kapısı önünde bekliyor... Gelmenize gerek yok... Ben giderim... (Gözyaşları arasından.) Bir bardak su verir misiniz? TREPLEV (Suyu verir.) - Şimdi nereye gideceksiniz? NİNA - Şehire (Bir sessizlik.) İrina Nikolayevna burada mı? TREPLEV - Evet... Perşembe günü dayım kötüleşti birden, telgraf çektik gelmesi için. NİNA - Neden bastığım topraklan öptüğünü söyledin bana? Beni öldürmek gerek. (Masaya eğilir.) Öyle yorgunum ki! Dinlenebilsem, birazcık dinlenebilsem!.. (Başım kaldırır.) Bir-martıyım ben... Yok, değil, Aktristim. Ah, evet! (Arkadina ve Trigorin 'in gülüşmelerini duyarak kulak kabartır. Sonra soldaki kapıya doğru koşarak anahtar deliğinden bakar.) O da burada demek!.. (Treplev 'e dönerek.) Eh, iyi.. Ne yapalım... Evet... Tiyatroya inanmıyor, hayallerimle alay ediyordu... Böylece ben de inancımı yitirdim yavaş yavaş, hevesim kalmadı... Sonra aşkın getirdiği sorunlar, kıskançlıklar, yavrum için duyduğum sürekli korku... Ufaldım, zavallılaştım, boş bir kalıp gibi oynamaya başladım sahnede... Ellerimi nereye koyacağımı bilemiyor, ayakta düzgün durmayı beceremiyor, sesimi denetle-yemiyordum... İnsanın çok berbat oynadığını hissetmesi ne korkunç şeydir bilemezsiniz! Bir martıyım ben. Yok, değil. Anımsıyor musunuz, bir martı vurmuştunuz. Günün birinde bir adam geliyor, görüyor onu ve yapacak başka bir işi olmadığından kıyıyor ona... Küçük bir hikaye konusu... Yok,-bu da değildi söylemek istediğim... (Alnım ıığuşturur.) Ne diyordum?.. Sahneden söz ediyordum, evet. Şimdi öyle değilim artık... Şimdi gerçek bir aktristim, zevk duyarak, coşkuyla oynuyorum; kendimden geçiyorum sahnede ve çok güzel olduğumu hissediyorum... Burada olduğum şu günlerde de yürüyorum hep, yürüyor ve düşünüyorum.. . İçimdeki bir gücün gelişip büyüdüğünü hissediyorum git gide... Kostya, yazmışız, ya da sahnede oynamışız, fark etmez, anlıyorum ki bizim bu işlerde başta gelen şey, parıltı, şöhret filan gibi benim hayal ettiğim o şeyler değil, sabredebilme yeteneğidir... Kaderine katlanmasını bil ve inançlı ol.. İnanıyorum ben ve o kadar çok acı çekmiyorum şimdi... Bir görevim, bir amacım olduğunu düşündüğümde, hayattan korkmuyorum... TREPLEV (Kederli.) - Siz yolunuzu bulmuşsunuz, nereye gittiğinizi biliyorsunuz... Bense, kime, neye gerekli olduğunu bilmeden, hülyaların, görüntülerin kargaşasında sürükleniyorum... Bir inancım yok. Görevimin, amacımın ne olduğunu da bilmiyorum. NİNA (Kulak kabartarak.) - Şşş... Şimdi gidiyorum ben. Hoşça kalın. Büyük bir aktrist olduğumda görmeye gelin beni. Söz mü? Ama şimdi... (Elini sıkar.) Geç oldu. Ayakta duracak halim yok... Yorgunum, karnım da çok acıktı... TREPLEV - Durun, yiyecek bir şeyler getireyim size... NİNA - Yok, yok... Geçirmeye gelmeyin beni, kendim giderim... Arabam uzakta değil... Demek onu da kendisiyle getirdi? Eh, iyi... Ne yapalım... Trigorin'e bir şey söylemeyin gördüğünüzde... Onu seviyorum... Hatta eskisinden de daha çok seviyorum... Küçük bir hikaye konusu...Bütün kalbimle seviyorum, umutsuzca... Kostya, ne güzeldi o günler! Anımsıyor musunuz? Hayatımız nasıl da aydınlık, sıcacık, sevinç dolu ve tertemizdi! İnce, narin çiçeklere benzeyen ne duygulardı onlar!.. (Ezberden okur.) "İnsanlar, aslanlar, kartallar ve keklikler, boynuzlu geyikler, kazlar, örümcekler, derin sulann suskun balıklan, de-. niz yıldızları ve gözle görülmesi olanaksız varlıklar; tek sözcükle, tüm canlılar, yaşamlarının kederli çemberini tamamlayıp söndüler... Artık binlere yüzyıldır yeryüzü tek bir canlı varlık taşımıyor üzerinde ve bu zavallı ay boşu boşuna yakıyor fenerini. Çayırlarda çığnşarak uyanan turna kuşları yok artık ve ıhlamur korulannda mayısböceklerinin vızıltılan işitilmiyor..."   Yazar bu diyalogta da aradan geçen iki yıllık bir süre zarfının sonunda hayatın bu kez Nina'ya da birşeyler kattığını ve Treplev'i anlamasına rağmen hala Trigorin'e sevgi beslemesini aradaki iletişimsizliğin bir sonucu olarak ortaya koymaktadır. Burada okuyucuya hissettirilen şey aradan geçen zamanın ilişkileri daha da çıkmaza soktuğu,ama duyguların hala aynı olduğu yönündedir.   Sonuç olarak; metnin sonunda Treplev'in ani bir kararla kendini vurması onun zayıf bir karakter olmasının ötesinde metn boyunca kendisini göstermiş olan, karakterler arasındaki iletişimsizliğin bir sonucudur. Anton Çehov, Martı adlı eserinde alt ve üst tabaka arasındaki sessiz çatışmanın üretimsizlik olarak hayatlara yansıyışını iletişimsizlik unsuru ile ilişkilendirmiş ve olay örgüsünü bu kavram etrafında kurmuştur. Böylece sembollerle ve yan temalarla gizlenmiş bir dönem eleştirisi okuyucuya hissettirmeden her çağın sorunlarından biri olan iletişim kopukluğu ile akıcı bir biçimde verilmiştir. SONUÇ MU? Tiyatro seyretmek güzel. Hayat güzel. Zaten "tiyatro hayattır" demiyorlar mı? Hayatın ta kendisi. Hayat güzel, tiyatro güzel. O halde gidin, tiyatroya, hayatı seyredin. İlerdeki günlerde seyrettiğim başka bir oyunu da (anlatırım demeyeyim) anlattırırım birileri aracılığıyla da olsa. İyi seyirler...  MEHMET ÜNAL TAŞPINAR      

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kaygan Zemin Arşivi