Efsaneler-Soylenceler

Efsaneler-Soylenceler

Efsaneler/Söylenceler (3)

TÜRK FOLKLORUNDA EFSANE TOPLAMA VE ARAŞTIRMA ÇALIŞMALARI  Çeşitli Tanımları: Nüans farklarına rağmen benzer tarifler yapılmakta efsane için. Efsane, başka bir anlatımla; olağanüstü olayların bir masal özelliğinde anlatılmasıdır. Bu olaylar halkın gönlünde yaşadığı sürece ölmezliğe erişmişlerdir. Efsane, batı dillerine aynı Latince kökten “legendus” sözcüğünden gelmiştir. Efsane, Farsça bir sözcük olup, dilimize Farsçadan geçmiş bir kelimedir ve “efsane” diye kullanılmaktadır. Türkçede efsane karşılığı olarak “söylence” kullanılmaktadır. Biz her iki şekilde de kullanacağız burada. İngilizcesi için sözlükte şöyle yazıyor: n. fable, tale, story, myth, legend, saga. (http://www.turkcesozluk.net/index.php?word=EFSANE) İşte başka bir tarifi: Efsane, “yaşanan gerçeğin hayallerle süslenmiş ve yer yer mantık dışı kalıplara dökülmüş, tarihi bir zemini olan ve nesilden nesile anlatılan bir yorumu” dur. Veya: “Kişi, yer ve olayları konu alan, inandırıcılık özelliğine sahip, çoğu zaman olağanüstülüklere yer veren, belirli bir üsluba ve şekle bağlı olmayan, kaynaklarını genellikle geçmişin derinliklerinden alan kısa, yalın, ağızdan ağıza aktarılan ortak (anonim) halk anlatılarıdır.” Efsane (ya da söylence) yıllarca, gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öykülerdir. Efsanelerde anlatılan olaylar bazen gerçeküstü olabilir ama çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır. Bu öykülerin çoğu kahramanca işler yapmış kişilerle ilgilidir. Efsanelerin konularını belirli bir olay, yer veya kişi oluşturur. Bu nedenle de efsanelerin “inandırıcılık” özellikleri vardır. Konularına göre sınıflandırılırlar ve evrensel bir halk kültürü oluştururlar. Halk kültürünün değerli miraslarından olan efsanelerin ayrıca, gelenek ve görenekleri korumak, insanlara ders vermek, konu aldıkları olaylara, kişilere ve yerlere saygınlık kazandırmak, insanların iyiye, güzele yönelmelerini sağlamak, yaşama umudunu ve sevincini artırmak gibi toplum yaşamında önemli işlevleri vardır. İnsanlar; yaşadığı coğrafyaya ait önemli gördükleri kişileri, nesneleri ve mekânları kutsallaştırırlar ve sırrını çözemedikleri konuları çeşitli biçimlerde yorumlarlar. Bunlara, yaşanmış bazı olayları da katıp nesilden nesile aktarırlar. Kutsallaştırma, yorumlama ve aktarmaların pek çoğu sözlü olarak yayılır. Bu, sonuçta bir sözlü kültür oluşturur. Efsaneler, insan ile insanı, insan ile coğrafyayı, insan ile diğer varlıkları, insan ile maneviyatı bir birine gönül bağı ile bağlayan unsurlardır. Efsanelerin konuları çoğunlukla çocuk, genç ve orta yaşlıların eğitimi ile ilgilidir. Güzel ahlâklı olmanın faydalarını ve nasıl güzel ahlâklı olunacağını işlemektedir. Onlar hilenin, düzenbazlığın, nankörlüğün, cimriliğin, kötülüğünü; dürüstlüğün, sağlam karakterli olmanın ve cömertliğin güzelliklerini en iyi bir biçimde anlatmıştır... Ve efsane çocuklara anlatılan heyecanlı masal vb. denir. Efsaneler kültürel yaşamın işaretidir. Bu açıklamalardan hareketle efsane konusunda, şu saptamaları yapabiliriz:
  • Efsaneler dilden dile anlatılagelmiş, çok eski anlatılar olup ortak (anonim) halk edebiyatı ürünleridir.
  • Efsanelerin konuları bir kişiye, bir olaya veya bir yere dayandırılır.
  • Efsanelerde anlatılanların, bir ölçüde de olsa, inandırıcılık özelliği vardır. (Özellikle efsane derleme çalışmaları sırasında, anlatıcının gerçekliğine inandığı ve dinleyenin de inanmasını istediği gözlenmiştir).
  • Efsanelerde çoğu zaman, olağanüstülük ağır basar. Bu nedenle de dinleyeni, bilinmeyen giz dolu bir dünyaya götürerek saygı ve ilgi uyandırır.
  • Efsaneler, bir bakıma, mitlerin modernleşmiş şekilleri olarak ifade edildikleri için, kutsal ögeler de taşırlar.
  • Efsaneler, belirli bir şekilleri olmayan ve konuşma diliyle anlatılan, kısa halk anlatılarıdır.
Türk folklorunun içerisinde yer alan efsanelerimiz milli kültürümüzün bir parçasını teşkil eder. Bu cümleyi genişleterek ‘her milletin kendi kültürlerini teşkil eden kendi milli efsaneleri vardır’ diyebiliriz. Efsaneler bir bölge ya da halkın kültüründe önemli yer tutar, bunun yanı sıra mitolojiyle de yakından ilişkilidir. (Türk Folklorunu ilgilendirmese de mitoloji deyince değinmeden geçemeyeceğiz:) Eski Yunanlı şair Homeros, İlyada ve Odysseia adlı destanlarında krallara ve kahramanlara ilişkin efsanelerden yararlanmıştır. Kral Arthur ve şövalyeleriyle ilgili birçok öykünün kaynağı efsanelerdir.) Büyük millet olmanın getirdiği milli kültür ve folklor zenginliğimiz içerisinde halkımız efsanelerimizin birçoğuna zaman zaman türküler de yakmış, onları nesillerden nesillere anlatarak gönüllerinde ve zihinlerinde ebedileştirmiştir. Kahramanları destanlaştırmış ve bu destanlar efsaneler olarak kültürümüzü zenginleştirmiştir. Türklük, bu efsanelerde, bu türkülerde bin yılların izlerini bulmuştur. Gerçek bir kişinin yaşamına dayanan Köroğlu adlı halk öyküsü de çeşitli efsanelere karışmış ve Türk folklorunun önemli bir efsanesidir. Köroğlu efsanesi ve Köroğlu’nun türküsünde olduğu gibi: KÖROĞLU EFSANESİ MERT DAYANIR NAMERT KAÇAR   Mert dayanır namert kaçar Meydan gümbür gümbürdenir Şahlar şahı divan açar Divan gümbür gümbürdenir Yiğit kendini öğende Oklar menzilin döğende Sespe kalkana değende Kalkan gümbür gümbürdenir Ok atılır kalasından Hak saklasın belasından Köroğlu'nun narasından Her yan gümbür gümbürdenir (KÖROĞLU)                                                                                                                                                 (Köroğlu’nun Bolu’daki heykeli)   Köroğlu’nun deyişleri bitmez, kahramanlıkları gibi. İşte bu nedenle efsane olmuştur. Bolu Beyi’ne bir başka seslenişi şöyledir:   BENDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİ’NE   Benden selam olsun Bolu Beyi’ne Benim ile uğraşmaya dev gerek Unvan para etmez harp meydanında Kılıç keskin gerek bilek zor gerek Düzüldü ağalar tam oldu beyler Savaş meydanında oçyiğit terler Yere düşer karpuz gibi kelleler Palayı çekecek çetin er gerek Yiğit savaş günü atından inmez Değme koç yiğitler sözünden dönmez Topuza palaya gürze güvenmez Kurnaz iflah olmaz yiğitler gerek   Bir yiğit haykırıp meydana girse Arka verip sığınacak yer gerek Çamlıbel’de metin kale yapmıya Kendi yiğit özü metin er gerek   Hey n’olanda oğlum Ayvaz n’olanda Zor düşmanı bölük bölük bölende Yiğit savaş divanında duranda Dil tutulur dili tutar er gerek Barhanayı Çamlıbel’de çözende Sıra sıra yiğitleri düzende Alayları bölük bölük bozanda Orda sana barınacak yer gerek Göğüs gerek arka vere dağlara Hizmet gerek bahçeler bağlara Korku vermek ağalara beylere Onun için devlet gerek sur gerek Eyvan gerek oturmaya yaz ile Saki gerek mey doldura naz ile Yiğitlere kumandayı saz ile Vermek için yakışacak ser gerek Deli Yusuf tamamladı öğüdü Sen tamam et üçyüzelli yiğidi Gözlerim görmüyor suçum ne idi Koyma kıyamete hemen al gerek Koç Köroğlum öğüdünden yorulmaz Kesilen kelleden hesap sorulmaz Boş laf atmayınan meydan olunmaz Yiğitler er meydanında dev gerek   (KÖROĞLU)   Köroğlu muhtelif anlatılarda nasıl geçiyor, bakınız:
  • KÖROĞLU ünlü bir destana konu olmuş bir halk kahramanıdır. Bu isimde XVI. Yüzyılda yaşamış bir halk şairi de vardır.
  • Köroğlu aslında eski bir asker ve sonradan dağa çıkan bir Celali eşkıyasıdır. Bu adı (belki de bir mahlas olarak) eski Türk destanlarındaki bir kahramandan almıştır.
  • Bolu’da yaşamış bir Türk halk ozanıdır. Bolu’nun Dörtdivan ilçesindendir.
  • Köroğlu (16. Yüzyıl) Halk şairlerimiz içerisinde kavganın, özgürlüğün sembolüdür. Doğum, ölüm tarihleri bilinmeyen, bir eski efsane kahramanı olan Köroğlu’nun adını alan bir şairimizdir. Bu şairin, Murat zamanında (1574-1595) Osmanlı ordusuyla İran savaşlarına katıldığı (1578-1584) bilinmektedir. Bolu Beyi’nden babasının intikamını almak üzere dağlara çıkan, yiğitlik ve iyilikseverliği destanlaşan isyancı Köroğlu ile şair Köroğlu halk zihninde kaynaşmış durumdadır. Aslında çok daha eski bir efsanedir.
  • Köroğlu halk şairlerimiz içerisinde kavganın ve özgürlüğün sembolüdür. Şiirlerinde coşkun bir seslenişle yiğitlik, dostluk, aşk, doğa sevgisi çok sade bir dille anlatılır. Bu şiirler, hikâyeci âşıkların nesirle anlatılan hikâyeleri arasına serpiştirilmiştir. 24’ü bulan bu hikâyeler, Türklük dünyasına yayılan bir Köroğlu destanının doğuşunu hazırlamıştır. Bazı öykücüler kitaplara yazmış, filme de aktarılmıştır.
  • Köroğlu; yiğit, adaletli, inançla dolu ideal bir insan tipidir. Azerbaycan’da çok yaygın olan “Koroğlu Efsanesi” veya (“Kor”, Azeri dilinde kör demektir) ile büyük oranda benzeşir. (Bazı yörelerde “Goroğlu” diye geçer)
  • Köroğlu destanı Anadolu Türklüğünün yüreğinde yaşayan tutkularla, isteklerin, değerlerle inançların sembolüdür.
  • Bu isimle yazılmış Köroğlu Destanı da vardır. Birçok destan gibi muhtelif anlatımları ve bu anlatımlara göre değişen farklılıkları da vardır. Aşağıya aldığımız destanda da görüleceği üzere halk kahramanı, halk şairi (Hatta şairleri diye çoğaltmak mümkündür.) iç içe girmiş olup halkımızın gönlünde hepsinin birleştiği bir Köroğlu oluşmuştur: Halk şairi Köroğlu, halk kahramanı Köroğlu’lar… Bolu civarında yaşayan Köroğlu, Gürcistan’a, Çin’e kadar sefer yapan Köroğlu… Destanlara konu olan Köroğlu, halk ozanı Köroğlu… Halkın gözünde nesilden nesile aktarılan efsane olan yek Köroğlu olmuş…
Tarihî kişiliği bilinemeyen, asıl Köroğlu, XVII. Yüzyılda Bolu havalisinde yaşamış, sonradan ünü bütün Anadolu’ya yayılmıştır. Babası da Bolu beyi tarafından gözlerine mil çektirilerek cezalandırıldığı için Köroğlu diye tanınmıştır. Zulme karşı ayaklanarak halkın hakkını koruması, onu destansı bir kahraman haline getirir. XVII. Yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde merkeze bağlı olmayan teşkilâtın iyice meydana çıktığı, buna karşılık, saraya bağlı, sadrazama bağlı beylerin, valilerin de yer yer başlarına buyruk olarak halka zulmedebildikleri bir devirdir.   Köroğlu’nun kimliğiyle ilgili iki ayrı tartışma vardır. Birincisi, 16 ve 17’nci yüzyılda yaşadı. Yeniçeri ocağından yetişen bir şair. 1578-1590 arasındaki Osmanlı-İran savaşlarına katıldı. Bir tür ordu şairidir. Diğeri ise Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir alana yayılmış destansı ve türkülü halk öyküsündeki kahraman Köroğlu… İşte böyle bir devirde at meraklısı bir bey olan Bolu Beyi Süleyman Bey, kendisine bunca yıl hizmet etmiş seyislerinden biri olan, atçılıkta usta Yusuf’u güzel ve cins at aramak üzere başka yerlere gönderir. İkinci Köroğlu anlatımımızın konusu burada başlayacaktır: (Her ne kadar Köroğlu birincisi, ikincisi gibi farklı Köroğlulardan bahsetsek de Türk Halkı,  kabullendiği ve bağrından çıktığına inanıp önem verdiği kişiler için -Yunus’ta, Nasrettin Hoca’da olduğu gibi- memleketin, hatta diğer Türk illerinde yaşamış kabul etmiş ve bu nedenle oralarda yaşadığı, oralarda öldüğü kabul edilerek mezarlarının varlığına inanılmış bu kişileri anmak, hatta yakınlarında bulunmuş olmaları nedeniyle övünç vesilesi yapmışlardır. Bu anlamda mezarlarının öne çıkarılması hatta heykeller vs. ile değerlendirmeye çalışmışlardır.) İkinci Köroğlu, Bolu Gerede çevresinde yaşadı. Asıl adı Ruşen. Devlete karşı ayaklandı. Sivas-Tokat yolu üzerindeki Çamlıbel’e yerleşip eşkıyalık yaptı. Ama âdil bir eşkıya idi. Bir başka söylentiye göre de, Bolu Beyi’nin seyisi Yusuf’un oğlu Ruşen Ali asıl Köroğlu’dur.   Efsanemize dönelim: Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi kır bir tay bulur. Bu tayı doğuran kısrak, Fırat kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır kısrağa aşmış, tay ondan olmuştur. Irmak ve göllerin kıyısında yaşayan aygırlardan olan taylar çok makbuldür, iyi cins at olur. Bunu bilen Yusuf, tayı sahiplerinden Bolu Beyi adına satın alır. Tayın şimdilik gösterişi yoktur. Hatta çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu bilmektedir. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok fena kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. O kızgınlıkla Yusuf’un gözlerine mil çekilmesini emreder. Bolu Bey’i son derece katı yürekli, zalim bir adamdır. Her ne kadar kendisini sevenler araya girdilerse de dediğinden dönmez. Buyruğunu vaktinde ve istediği gibi yerine getirmemiş olarak kabul ettiği zavallı seyisin gözlerine mil çekilerek kör edilir ve sıska bir ata bindirilerek kaleden dışarı atılır. Satın alınan tayı da ona verir. (Başka bir anlatımda minik oğlu da yanında idi ve kaleden oğluyla beraber çıkarıldı.) Yaralı seyis, at sırtında yolda kalınca sesini çok iyi tanıyan sısa atının kulağına eğilir ve: “Dünya bana zindan oldu, beni köyüme götür…“ der.   Biz, hikâyemsi anlatalım bundan sonrasını: Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda seyisin köyüne vardılar. Uzaktan at sırtında yığılı babacığının geldiğini gören on beş yaşındaki oğlu, ermiş yetmiş bir insan gibi onun ıstırabını anladı, koşup attan indirdi, anasının yanına getirdi. Seyis “Hal ve keyfiyet böyle böyle” diyerek olanları bir bir anlattı, oğulcuğundan bir gün öcünün alınmasını vasiyet etti. Baba oğul, başladı tayı terbiye etmeye. Ruşen Ali, babasının tarif ettiği tarzda, tayı karanlık bir ahırda besledi. Köroğlu, on beş yaşında ata bindi. Babasına verilen kır at canlandı, sıskalığı gitti, şahbaz bir hayvan oldu. Bolu Beyi’nin beğenmediği tay, yıllar geçmiş, mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgâr gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf’un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur. O da her türlü şövalyelik oyunlarını öğrenmiş bir babayiğit olmuştur.   Bir gece Yusuf, düşünde Hızır’ı götür. Hızır ona yapacağı işi söyler. Hızır’ın önerisiyle baba oğul yola çıkarlar. Ruşen Ali, babasını sağaltmak (tedavi etmek) için Aras Irmağı’na götürür.. Bingöl dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü Aras ırmağında beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf’ un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken güç, kuvvet ve gençliği elde edecektir. Bunu bilen oğlu Ruşen Ali, ilaç olacak köpükler gelince, babasına haber vermeden, kendisi içer. Babasına köpüksüz su verir. Böylece yiğitlik ve şairlik gücü kazanır. Yusuf, durumu öğrenince üzülür ama bir yandan da sevinir. Kendi yerine oğlu, öcünü alacak bir bahadır olacaktır. Bu sihirli köpüklerden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, öteki de şairlik bağışlamıştır. (Bakınız, burada da güç, kuvvet, yiğitlikle şairlik aynı kişilikte birleştiriliyor. Bir taraftan farklı yüzyıllarda yaşayan şairden bahsederken, ırmak kenarında içilen suyla her iki Köroğlu’nu aynı kişilikte buluyoruz. Destanımızın özelliği, işte.) Bir süre sonra Yusuf, oğluna öç almasına dair vasiyetini yineleyerek ölür. Ruşen Ali yerleştiği Çamlıbel’den, Köroğlu namıyla babasının intikamını almak üzere atına atladığı gibi dağlara çıktı. Kılıç kuşandı. Babasının intikamını almak üzere ant içti. Yolda rastladığı bir çobanın sazını alarak terkisine asmıştı. Kime rastlasa hayvanını durdurur, sazını eline alır, tıngırdatarak Bolu Beyi’nin zulmünü anlatırdı. Her yerde aradığı bu zalim adama günün birinde rastlayacağını biliyordu. Giderek hayvanı rüzgâr kesildi. Nerede bir yolsuzluk olsa civarın köylüsü Köroğlu’na haber salardı. O da gelir, ortalığı düzene kordu. Gelen geçeni soyar. Ünü yayılmaya başlar. Kendisi gibi kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık adı Köroğlu olarak uzaklara kadar yayılmış ün salmıştır. Bir derebeyi gibi yaşamaya başlar, her savaşta üstün gelir. Ancak bezirgânlardan, beylerden, paşalardan aldıklarını yoksullara dağıtan bir derebeyi… Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel’de, bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel’de geçen kervanlardan baç (zorla para toplamak, haraç almak.) alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır. Bir gün Çamlıbel’de konaklamıştı. Bir kervancının, yolcularından genç bir adamı soyup döverek uçuruma attığını gördü. Bir kılıç darbesiyle kervancının başını uçurdu. Öteki adamlar kendisine hayır dua ettiler. Uçurumdan çıkardığı genç yolcu ise: “Hayatımı kurtardın, gayri ben senin kulun kölenim” dedi. Köroğlu onun adının Ayvaz olduğunu, kervanın da Bolu Beyi’ne yük götürdüğünü öğrenince Ayvaz’ı yanına aldı. Beraber yola çıktılar. (Bu kısım bir başka anlatımda şöyledir:) Bir gün, güzelliğini duyduğu Üsküdar Kasapbaşısı’nın oğlu Ayvaz’ı kaçırır, Çamlıbel’e getirir, evlat edinir. Aradan yıllar geçer, Bolu’yu basar, yakar, yıkar. Bolu Beyi’nden babasının öcünü alır. Bolu Beyi de Köroğlu’na karşı düzenler kurar. Bir defasında Köroğlu’nu, başka bir seferde de Ayvaz’ı yakalatır. Zindana atar. Ama Köroğlu ve adamları her defasında hile ve cenkle kurtulurlar.   Bir gün Köroğlu ve Ayvaz, etrafı kasıp kavuran, fakir köylüyü haraca kesen zalim Bolu Beyi’ni bulmaya çıktılar. Şehre yaklaştıkları sırada bir kale vardı. Sabahın bir vaktinde kale mazgallarından hazin bir şarkı duydular. Bu şarkıyla bir genç kız kendisinin Bolu Beyi’nin kızı olduğunu, babasının sırf kimseyi sevmesin diye kendisini oraya kapattığını gözyaşları içinde anlatıyordu. Köroğlu sazı eline aldı, kıza sabırlı olmasını, dönüşte kendisini kurtaracağını söyledi. Bolu’ya vardıklarında halk büyük bir alana toplanmıştı. Şenlikler yapılıyordu. Köroğlu elbise değiştirerek pehlivanlar arasına katıldı. Bir bir hepsini alt etti. Sonunda Bolu Bey’i onu huzuruna çağırttı ve: “Bre pehlivan, sen kimsin? Seni muhafızlarıma bey yaptım…” dedi. Köroğlu da: “İşte ben o gözlerini kör ettirdiğin seyisin oğluyum” diyerek kılıcını çaldığı gibi herkesin dehşet dolu bakışları önünde Bolu Beyi’nin kellesini uçurdu ve halkı bir zalimden kurtardı. Ondan sonra hemen Ayvaz’ı gönderip kaleden Bey’in kızını getirtti. Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle kendine nikâhladı. (Bu kısım için de başka bir anlatım var.) Başka bir gün, Bolu Beyi’nin bacısı Döne Hanım’ı kaçırır, evlenirler. O tarihten sonra Köroğlu, Bolu Bey’i olarak halka adaletle hükmetti. Destanların, masalların efsanelerin her anlatışta, her anlatana göre farklılıkları vardır. Bu efsanede olduğu gibi. Ancak efsanenin de, masalın da, destanın da özünde bir değişiklik yoktur. Ana tema bütün anlatımlarda aynı kalır. Efsanemizdeki Köroğlu’nu biz hep Bolu Dağı, Çamlıbel’de düşünürüz. Oysa efsanelerde bazen sınırlar kalkmıştır: Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni serüvenlere atılır, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat bu arada heyecanlı birçok olay da geçer.   Sonunda bir gün delikli demir (tüfek) icat olunup da eski yiğitlik, bahadırlık gelenekleri bozulunca, dünyanın tadı kalmaz. “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu” diyerek arkadaşlarına dağılmalarını tavsiye eder, kendisi de kaybolur, “sır olur”, Kırklar’a karışır. Daha önceden Kır at da sır olmuştur. O Kır at ki; nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu’na hizmet etmiştir. (Bu destan ’in yapıtında günümüz edebiyatına aktarılmıştır.) Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirgânın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini öldürürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karışır. Yine bir başka söylentiye göre de, Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği görür. Ne olduğunu sorar. Aldığı karşılığa inanmaz. Denemek için kendine çevirir, tetiğe dokunur, yaralanır, sonrasında ölür. Beyleri de dağılırlar. Yaşlı bir çınar gibi devrilen Köroğlu’nun hikâyesi böylece sona erer.   Efsaneler bazen iç içe geçmiştir. Bu efsanelerde kişiler, hayvanlar, mekânlar bir birine karışır. Bir efsaneye göre Köroğlu’nu tek yenebilen kişi Kiziroğlu Mustafa Bey’dir. Kiziroğlu türküsünden alalım efsanemizi, bakalım ne söyler: İşte Kiziroğlu Mustafa Bey türküsü:   KİZİROĞLU MUSTAFA BEY   Bir atı var Ala Paça Peh peh peh Mecal vermez Kırat kaça Hey hey hey Az kaldı ortamdan biçe Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim, Hanım kim, Kim, kim, kim Kiziroğlu Mustafa Bey Bir beyin oğlu Zor beyin oğlu     Biz yine Köroğlu’na dönelim. Köroğlu’nun şu sözleri türkü olup yüzyıllar boyu dilden dile dolaşmıştır: Benden selam olsun Bolu Beyi’ne Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır. Ok gıcırtısından kalkan sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir. Düşman geldi tabur tabur dizildi Alnımıza kara yazı yazıldı. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıdır. Benden selam olsun Bolu Beyine Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır At kişnemesinden kargı sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir   Köroğlu düşer mi yine sanından, Ayırır çoğunu er meydanından, Kırat köpüğünden, düşman kanından Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır.   (KÖROĞLU)   Köroğlu hikâyesi, Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Balkanlar’da da bilinir. Yeniçeri âşığı Köroğlu’nun şiirleri dil ve anlatım bakımından öykü kahramanı Köroğlu adına söylenen şiirlerden çok farklıdır.   Köroğlu ile ilgili ilk araştırmayı Pertev Naili Borotav yapmıştır. Cahit Öztelli’nin de Köroğlu-Dadaloğlu ve Kuloğlu adlı yayınlanmış bir araştırması var. Defalarca filmleri çevrilmiştir Köroğlu efsanesiyle ilgili.   Köroğlu Filmleri: Köroğlu isimli film, Atıf Yılmaz’ın yönettiği Cüneyt Arkın ve Fatma Girik’in başrollüğünü yaptığı Köroğlu, 1968 yapımı bir tarih ve macera tarzı Türk filmidir. Senaryosunu Ayşe Şasa’nın yazdığı bir kara komedi tarzındadır. Görüntülerini Gani Turanlı’nın çektiği filmin müzikleri Yücel Paşmakçı’ya aittir. Yapım şirketi Uğur Film, yapımcı Memduh Ün’dür.   BAĞDAT’A SEFER EDENLER   Bağdat’a sefer edenler Hoylum nic’oldu gelmedi Turna teline gidenler Hoylum nic’oldu gelmedi Bağdat’a sefer eyledim Hoylum da kaldı gelmedi Acem ile ceng eyledim Hoylum da kaldı gelmedi Düğünü bozup gidenler Badeyi süzüp gidenler Acem ile ceng edenler Hoylum nic’oldu gelmedi N’olsam koç Köğoğlu n’olsam Hoyluyu düşümde görsem N’olaydı da ben de ölsem Hoylum da kaldı gelmedi  (KÖROĞLU)                                                                                                                       Azerbaycanlı Köroğlu Efsanesi (Sovyetler Pulu/1989)  HAN OĞLUM AYVAZ Dinle sözlerimi han oğlum Ayvaz Yükletin kervanı dengine bakın Erlik meydanına girdiğin zaman Kuşanın kılıcı gencine bakın.   Düşmanın üstüne eyledim akın Dönüşüm yok zamanım yakın Fakir fukarayı incitmen sakın Mal yemez tamahkâr zengine bakın.   Köroğlu her zaman kurdu meydanı Ben bilirim yahşi ile yamanı Aman dileyenden kesmen amanı Dertli olanların derdine bakın. (KÖROĞLU)     KARLI DAĞLARIN ARDINDAN   Karlı dağların ardından Yel olup estiğin var mı Tek başına bu çöllerde Ordular bastığın var mı Kargıyı ucundan salla Düşman deme eyvallah Her taraftan üç beş kelle Terkiden astığın var mı Köroğlu söyle şanından Kuş uçurmaz divanından Avuçla düşman kanından Doldurup içtiğin var mı (KÖROĞLU)   YÜRÜN ASLANLARIM SAVAŞ EDELİM  Yürün aslanlarım savaş edelim Buna kavga derler bey ne paşa ne Haykırıp haykırıp kelle keselim Seyreyleyin eli ayağı şaşana  Yürü beyler cenge harbi çalınır İyi kötü bu meydanda bilinir Kılıç değer adam iki bölünür Nusret bizim beyler neci paşa ne  Gürzün kösteğini kola takmalı Arap atı sağa sola yıkmalı Kargılar mızraklar birden kalkmalı Fırsat vermen Arap atlar kaçana  Köroğlu der durun edek cengimiz Bundan belli olsun yiğit hangimiz Üç saat sürmeli burda hengimiz Tarih yazın şu dağlara nişane (KÖROĞLU)  (Heng etmek: (1. Oyun yapmak. 2. Düğünlerde eğlence düzenlemek, eğlenmek. 3. Çalgı çalıp türkü söylemek.)                                                                                                                                            (Köroğlu’nun bir başka heykeli) Köroğlu’nun her insan gibi kavganın dışında da bir hayatı vardır elbette. Aşağıdaki şiirinde bunu görürüz:   MAVİLİ Kimisi pınar başında Kimisi yolun dışında Al giyen onbeş yaşında İlle mavili mavili Kimisi dağlarda gezer Kimisi incisin dizer Al giyen bağrımı ezer İlle mavili mavili Kimisi odun devşirir Kimisi kahvesini pişirir Al giyen aklım şaşırır İlle mavili mavili   Köroğluyum derki’n olacak Takdir yerini bulacak Mavili benim olacak İlle mavili mavili KÖROĞLU   (Kendi dosyalarımdaki notlarımdan, , , (Vikipedi ve sair internet sitelerinden yararlanılmıştır) (3. Bölümün Sonu) (Devam Edecek)    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Efsaneler-Soylenceler Arşivi