Darbeler, bugünkü sorunların kaynağını teşkil ediyor

Darbeler, bugünkü sorunların kaynağını teşkil ediyor

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Sağlık Bilimleri Kulübü ile TÜGEM Platformu tarafından Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Projeleri Destek Programı kapsamında İstanbul Stratejik Düşünce ve Araştırma Merkezi (İSDAM) işbirliğinde “Yakın Tarih Bilinci / 7 Bölge 4 Mevsim” konulu konferans düzenlendi. Konferansın açılış konuşmasını yapan İSDAM Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Abdullah Serenli, İSDAM’ın 2013 yılında İstanbul merkezli kurulmuş yeni bir düşünce merkezi olduğunu söyledi. Serenli, “İSDAM başta iç ve dış politika olmak üzere ekonomi ve toplum üst başlıklarında çeşitli araştırmalar, eğitimler, seminerler, paneller ve raporlar hazırlamak üzere hedefini çizmiş ve bu yolda emin adımlarla her geçen gün daha iyiye doğru ivme kazanarak ilerliyor. Bu kapsamda yapmış olduğumuz aylık ilmi ve fikri söyleşilerimize devam ediyoruz” dedi. Daha sonra söz alan panel moderatörü İSDAM Başkanı Ayhan Koç, Türk siyasi tarihinde bürokratik siyasi yaşamı askıya alan birçok askeri darbe gerçekleştirildiğini söyledi. Koç, “Demokrasimizde figüranlar farklı olsa da neredeyse her 10 yılda bir bürokrasimiz darbe oyunlarına sahne oldu. Demokrasilerin vazgeçilmez unsuru olan uzlaşı ve hoşgörü kültürümüzün maalesef yeterince gelişmemiş olması, hiç şüphesiz ki bu dönemlerin yaşanmasında en temel aktörlerden bir tanesi oldu” dedi. Türkiye’deki darbelere ilişkin tarihi bilgiler veren Koç, “Ülkemizde 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan müdahale süreci, 12 Mart 1971 askeri muhtırasıyla ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve son olarak da 28 Şubat 1997 postmodern darbesiyle devam etti” diye konuştu. Koç, şöyle devam etti: “Bu 4 ana darbe esasında Türkiye’nin Cumhuriyet süreci içerisinde devlet yapılanmasından bürokrasiye bugünkü yaşadığımız birçok sorunun, bugün tartıştığımız birçok konunun da kaynağını teşkil ediyor. Bugünün siyaseti, ekonomisi ve Türkiye’sini anlamanın yolu esasında her 10 yılda bir tekrarlanan bugünkü ifadeyle format ayarlarına çekilen Türkiye’nin çok iyi bir şekilde anlaşılmasından geçiyor. Bugün dahi demokrasimizin tıkandığı süreçlerde özellikle hala askeri darbe dönemlerini çağıran söylemlere şahitlik ediyoruz. Oysa tüm bu darbe ve sıkıyönetim süreçlerinde gözaltılar, tutuklamalar, tavsiyeler, işkenceler ve idamlar yaşandı. 100 binlerce insan tutuklandı. On binlerce insan yargılandı ve onlarca gencecik fidan asıldı.” Panelde söz alan AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yaramış, yaptığı sunumda Cumhuriyet döneminde ideolojilerin ana argümanı olan semboller üzerinden kurgulanmaya çalışılan bir tarihin özellikle kılık kıyafet üzerinden nasıl yürütüldüğü konusunda bilgiler verdi. Yaramış, tarihin insanlara şuur kazandırarak hafıza görevi ifa ettiğini belirterek, “Tarih, aynı zamanda bize analitik düşünme yetisi kazandırır. Tarih insanların bir hatıra defteridir. İnsanoğlunun bıraktığı her iz, bir sonraki kuşağın yolunu aydınlatır. Yeni kuşağın yapması gereken bu izleri doğru bir şekilde yorumlamaktır. Tarih insana kılavuzluk yapar” dedi. Osmanlı padişahlarından 3. Selim’in Osmanlı devlet idaresini Avrupa tarzı yenileştirmeye çalışan bir padişah olduğunu ifade eden Yaramış, “Bu anlamda köklü reformları başlatan kişidir. Kurmuş olduğu Nizam-ı Cedit ordusunu Avrupa ordularının modelinde tanzim etmiş ve askeri kıyafetlerini ona göre düzenlemiştir. Kılık kıyafetteki batılılaşmanın ilk emaresini Nizam-ı Cedit’te görmekteyiz” diye konuştu. Yaramış şöyle devam etti: “Bir süre sonrasında 2. Mahmut döneminde Osmanlı padişahlarının kıyafetleri değişmiştir. 2. Mahmut başına kavuk yerine fes takmıştır. Fes o dönem İstanbul halkı tarafından bilinmeyen bir kisveydi. Bundan dolayı 2. Mahmut eleştirilmiş ve yapmış olduğu reformlar halk tarafından dinden uzaklaşma olarak değerlendirildiği için kendisine ‘gavur padişah’ denilmiştir. İslami bir başlık olan sarığın yerini alacak diye fes, ulema tarafından yabancı bir başlık olarak görüldüğü için şiddetle eleştirilmiştir. Ancak görüyoruz ki bir süre sonra fesde milli bir başlık olmuş ve herkes tarafından benimsenmiş ve özümsenmiştir.” Osmanlı’ya Sokak kıyafeti olarak çarşaf Suriye’den geldi Osmanlı’da kadınların bir dönemde ‘ferace’ adı verilen bir sokak kıyafetine sahip olduğunu anlatan Yaramış, “1850’li yıllara gelindiğinde Osmanlı kadını çarşaf giymemekteydi. İstanbul ve Anadolu’da çarşaf bilinmemekteydi. Çarşaf, Ortadoğu’da Arap coğrafyasında Müslüman kadınlar tarafından kullanılmaktaydı” ifadelerini kullandı. Yaramış sözlerini şöyle sürdürdü: “1850’li yıllara gelindiğinde Suriye Valisi görev dönüşü İstanbul’a geldiğinde eşi çarşaflı olarak gelmişti. Ondan sonra çarşaf İstanbul’da kadınlarımızın kullandığı bir sokak kıyafeti olmuş ve hızlı bir şekilde yaygınlaşmıştır. Çarşaf, 2. Abdülhamit döneminde bir süreliğine yasaklanmıştır. Özellikle hırsızlık yapacak kişilerin çarşafa bürünmeleri nedeniyle bir takım sıkıntılar yaşanmış ve bunun önüne geçmek için bir süreliğine çarşaf yasaklanmıştır. Yasaklar kadını toplum dışına atmanın bir vasıtasıdır. Kadını eve hapsetmenin bir vasıtasıdır.” Milli Mücadele döneminde kalpak tercih ediliyor Çanakkale Savaşları sırasında askerlerimizin başında ‘kabalak’ adı verilen bir başlık gördüğümüzü dile getiren Yaramış, “Bu başlık, birinci dünya savaşında askeri bir başlık olarak kullanılmıştır. Ardından yine bu dönemde kalpağın da başlık olarak kullanıldığını görmekteyiz. Özellikle Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal’in arkadaşlarının ve komutanlarının kalpaklı fotoğraflarını çok sık görebiliyoruz” ifadelerini kullandı. Yaramış şöyle devam etti: “Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise özellikle sosyal alanda hızlı bir devrim süreci yaşanmıştır. Şapka Kanunu deyince ilk akla gelen isim İskilipli Atıf Hoca’dır. Bu zat devrin önde gelen alimlerinden birisi olup, fizik profesörüdür. Dini ilimlere vakıf olan İskilipli Atıf Hoca, 1924 yılında ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ adıyla 30 sayfa civarında bir eser yazmıştır. Bu küçük risalede Atıf Hoca ‘Batı taklitçiliğinin iyi olmadığını, kılık, kıyafet ile modernleşilemeyeceğini’ ifade etmiştir. 1925 yılına gelindiğinde ise şapka devrimi gerçekleştirilmiştir. Şapka devrimi Mustafa Kemal’in çok daha önce planladığı bir devrimdir. Şapka devrimi bir anda oluşmuş bir düşüncenin eseri değildir. Mustafa Kemal’in yapmış olduğu devrimler 2. Meşrutiyet ve hatta 2. Abdülhamit döneminde çeşitli yazarların düşünce erbabının kalemlerinden çıkmış ve konuşulmuş düşünceler ve fikirlerdi. Tamamen Mustafa Kemal’in düşündüğü orijinal fikirler değildi. Kılık kıyafet değişikliğini 1827 yılında ‘fes’i kabul eden Sultan 2. Mahmut gerçekleştirmiştir. 1925 yılına gelindiğinde de ‘fes’in yerine ‘şapka’ ikame edilmiştir.” AKÜ Tıp Fakültesi Anfi Dersliklerinde düzenlenen panel, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Ahmet Uysal’ın Türkiye’de yaşanan darbelerin dış politika ile ilgili boyutları ve küresel anlamda etkilerine ilişkin bilgiler verdiği sunumuyla sona erdi.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.