Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

BALMAHMUT

Türklüğün var gücüyle varlık mücadelesini sürdürdüğü yıllarda başlayan mahalli direniş işgali yavaşlatmışsa da durdurmaya yetmemiş, "ata yurdu"nu koparıp almayı hedefleyen Yunanlılar, Karahisar-ı sahibe kadar gelmiş, hatta buradan da Konya taraflarına uzanmaya çalışmıştı. Ne de olsa mazlumun, mağdurun karşısında güçlerini defalarca dünyaya göstermişlerdi. Hele karşılarında, tespih taneleri gibi dağılan Türkler olduktan sonra bunu kimseye açıklama yapmak zorunda da kalmayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Tahterevalli ortada idi. Bir tarafta batı medeniyetinin temsilcileri, diğer tarafta kayıp medeniyetin çocukları.

Batılı bir çok bilim adamının yazdığı gibi; İtilaf devletlerinin onay vermesi, sırtlarını sıvazlaması, göz yumması ile ortaya çıkan Güzel İzmir'in işgalinden itibaren Türklerin için için yanan ateşi, bedenlerini yakıp kavurmaya başlamıştı. Başkasından yüreklere su serpecek bir destek, zaten mümkün değildi. İçimizdeki aslanlar Balkanlarda, Çanakkale'de, Yemen'de, Sarıkamış'ta, Kut'ül-Amare'da, Filistin'de, Mukaddes Topraklarda kalmıştı. Ya da çoğu insan, öyle olduğunu sanıyordu. Türk kültürü öylesine köklü bir geleneğe sahipti ki, herkesin ümidini yitirdiği en zayıf anlarda bile bünyeyi koruyup kollayacak lider beyni öne çıkarıyordu.

Çok değil doksan sene evveline kadar kendilerine bağlı, yok olup gitmekten; cihan devletinin engin müsamaha, hukuk ve adalet anlayışı ile kurtulan, Avrupa'nın şımarık çocuğu memleketlerine kadar gelmişti. Memlekette hayal sınırı, ekip biçilmek zorunda kalan tarlanın sınırından öteye uzanmıyordu. Bunu yayınlanmış pek çok hatıratta bulmak mümkündü.

Türkçülük denilince ilk akla gelen isim, Balkan Savaşları esnasında "durma vur eski kölemiz utandır bizi bırakma uyuyalım uyandır bizi" demişti. Yüz binlerce Mehmetçik cephelerde, belki ondan daha fazlası öz yurtlarının işgale uğraması sonrasında meydana gelen olaylar ile göç esnasında şehit olmuştu. Şehitlerin ölümsüz olduğu, memleketi korumaya devam ettiği inancı, halkın tek ümidi olarak kalmıştı.

Emperyalizmin kuklası görüntüsü ile tarihi ideallerini gerçekleştirebileceğini sanan işgalci Yunanlılar, Adalar Denizi kıyılarına ayak bastıktan sonra halka kan kusturmakta herhangi bir mahzur görmediler. Zannettiler ki karşı konulamazdılar. Avrupa devletlerine uydurma belgeler ve istatistiki veriler takdim ettiklerinde hedeflerine varacakları kanaatine sahiptiler.

Bu durum Türk halkının mukavemete girişmesini hızlandırdı. Hep bir başkaldırı simgesi olarak bilinen Ödemiş, Menemen, Ayvalık, Nazilli gibi yerler bağımsızlık kıvılcımının çakıldığı merkezler haline geldi. Düşmana sıktığı kurşunlar, havaliden havaliye, kuşaktan kuşağa anlatıldı.

Belli bir merkezden emir almadan, ayağa kalkan efeler ve zeybekler çok geçmeden Avrupa'nın ile Amerika'nın devlet adamları, askerleri ve kamu oyu tarafından görüldü. Çoğunun geçmişi problemlerle dolu olsa da Türk milletinin karanlık günlerinde birer mum gibi kendilerini eritip bağımsızlık özlemini ortaya koydular.

Amacımız Milli Mücadele ya da Kuva-yı Milliyenin esaslarını ortaya koymaktan ziyade ilerleyen zaman içinde Adalar Denizi kıyılarındaki şehirleri geçip zulmede ede İç Ege'de Afyonkarahisar'a kadar gelenlerin belleğimizde bıraktığı silik bir hatıradan bahsetmektir. İnsanoğlu; yaşadıkları ne kadar kötü, ağır ve şiddetli olursa olsun, unutmaya unutulmaya daha yatkındır. Unutmadığı takdirde kaldırılamaz bir yük sırtlamış olur.

Boyların akın akın gelişiyle şenlenen sayısız medeniyete beşiklik etmiş olan toprak parçasını vatana dönüştürüp düşmanlarına dahi "Türkiya" dedirterek mühürleyenlerin, eline sağlam bir tapu geçmiştir. Sağlamlığı şehitlerinin kanları ile yoğrulmasından gelmektedir. Durumun gayet sarih olmasına karşın, yüzyıllardır yaşadığı topraklara gömülmek istenen Türk milleti, bir kere daha düşmanları ile birlikte oyunlarını bu topraklara gömmüştür.

Şehrimiz Afyonkarahisar, yeni Türk devletinin bağımsızlığının elde edildiği topraklardır. Bugün İzmir karayolu üzerinde, eskiden beridir de demiryolu hattında bulunan Balmahmut köyü, Türklüğün karanlık günlerinde ne yazık ki aylarca Yunan işgalinde kalmıştır.

Her bir köyümüzün, mezramızın, tepemizin, ovamızın ayrı bir hikayesi, ayrı acısı vardır. Kimselere söylemeye bile dilimiz varmaz. Ancak orası bir devrin battığı yerdir. Orada düşen oradan ayağa kalkacaktır. Hep böyle olagelmiştir. Türklüğü yerin dibine batırmak isteyenler, emellerine ulaştıklarını düşünmeye başladıklarında mevzu kapanmış, yaylalardan yaylalara süzülen göç geleneği devam etmiştir.

Demiryolu güzergahında ilerleyen şımarık çocuk, kendisinden beklenen bir şekilde davranarak Balmahmut İstasyonuna kadar gelmiştir. Bazı zamanlarda artılar eksiye dönüşmüştür. Şimendifer hattının varlığı bu dönemde Balmahmut'un en büyük şansızlığı olmuştur. Bu sebeple köyün sakinleri, daha ilk günden işgalin sancısını derinden hissetmişlerdir.

Haliyle havalinin en eski Türk yerleşim yerlerinden olan köy ve köylüler "leş kargaları"nı tanıma fırsatı bulmuşlardır. Kaçınılmaz bir kuraldır bu. Bunca askerin yiyeceği, içeceği, ekmeği, suyu, acısı, eğlencesi; mezarına koşarcasına kopup geldiği ülkesinden getirebilme ihtimali bulunmamaktadır.

Adalar Denizi kıyılarında giriştiği tarzda yakarak, yıkarak gelmişlerdir. Anadolu insanının ürküp kaçacağını, kayıtsız şartsız kabulleneceğini düşünmüşlerdir. Oysa aynı topraklarda hak iddia eden İtalyanlar, çirkin emperyalist emellerini çok daha farklı bir yoldan gerçekleştirme gayreti içine girmiş, Anadolu insanının gönlünü kazanmıştır. Aslında umudu çalma teşebbüsüdür bu.

Balmahmut İstasyonunu işgal eden Yunanlıların bu diyarlardan çekip gitme gibi bir niyetleri yoktu. Karşılarında her an gördükleri erkekten yoksun, ihtiyar, kadın, çoluk - çocuk mu kendilerini geri gönderecekti. Asla bu mümkün değildi, öyle olduğuna o kadar çok inandılar ki diğer azınlıklarla da işbirliği yapmakta, onlara vaatlerde bulunmakta en küçük bir mahzur görmediler. Gün Yörük sırtından kurban kesme günü, hayal peşinde koşma günüydü. Başka türlüsü mümkün değildi. Ancak "adım adım mezarlarına" gelmişlerdi. Bir adım daha atacak takâtları kalmamıştı. Nasıl oluyordu da, Türkler kendilerini durdurabiliyordu. Bunu anlamakta güçlük çekiyorlardı.

Sırtını sıvazlayarak "hayallerini gerçekleştir" diyen batılılar, her zaman ki gibi tarafsız ve barışçı amaçlarla her iki tarafı da gözlemlemiş, eserlerinin yıkılmasının mümkün olmadığı kanaatine varmışlardı. Hatta çok daha ileri gidebileceklerdi. Öylesine bir hayale dalmışlardı ki uyanmaları normal olmayacaktı.

Bu mevzudan daha bir çok hususa gönderme yapılabilir. Tekrar Balmahmut İstasyonuna dönelim. İşgalciler askerlerini orada tutabilmek için daha çeyrek yüzyıl önce keşfedilen, Karanlıkta Parıldayan Işıltının sihrinden yararlandılar. Bunun için istasyondan yukarıya doğru yüksekçe bir tepeyi seçtiler. Tam anlamıyla psikolojik yönlendirmelerden yararlanma yoluna saptılar. Zira buralarda işgalci olmadıklarını başka türlü ortaya koyamazlardı. Gündüzün aydınlığında yaşadıklarını, beyazperdeye yansıyan hareketlerle unutmaya çalışmışlardır. Bunda başarılı olduklarını da söyleyebiliriz.

Beyazperdede suret izleyenler yaşadıkları andan ve mekandan başka diyarlara uçup gitmektedirler. İşgalci askerler de her karışı şüheda kanlarıyla sulanmış topraklardan uyduruk hayallere doğru yelken açmaktadırlar. Değişmeyen kural, ilk önce yanlış hayaller ölmektedir.

Yunanlılar tepeye sinema kurarak haftanın belirli günlerinde birliklerinin film izleyerek dinlenmelerini, eğlenmelerini istemişlerdir. Hattı zatında filmin hası bu topraklarda çekilmeye başlanmış, kendilerine de kala kala "kötü adam" rolü kalmıştır. Kötü adam, hem hak ettiği cezaya çarptırılacak, hem de kaçacak delik arayacaktı. Rolün hakkını verdiğini, tarih kayıt etmektedir.

Haksızlığa uğrayan, öz yurdunda mağdur edilen bir toplum kurtarıcısını özlemle beklemekte, bir an olsun ondan ümidini kesmemektedir. Zira doğru olan, mutlak surette doğruya ulaşmakta ve doğru ile yolları kesişmektedir.

Doğru ve gerçek olan Mutlak Varlıktır. Türk milleti de bin yıldır onunla beraber badireleri, dağları, tepeleri, ırmakları, ovaları, katar katar düşmanı aşarak gelmiştir. Onun hiç bir mağduru yalnız bırakmadığı, bırakmayacağı gayet iyi bilinmektedir. Öyle ise iki dakika sonrası için garanti olmayan bir hususta karamsar olmanın hiçbir anlamı bulunmamaktadır.

Emperyalist çakallar istedikleri kadar perdeye hareketli unsurları yansıtsınlar, kurtlar puslu yollarda hedeflerine yürürler. Yürürken de tarihe not düşerler ki dost - düşman "mezara gömülemeyeceğini" görsün. "Dağa Çıkan Kurt" elinden alınmaya çalışılan vatansız yaşayamayacağını bilmekte, kendinden emin ama gizlice hedefine yaklaşmaktadır. Barış masalları ile dünyayı aldatanlara bu topraklarda inanan kalmamıştır. Çünkü bu topraklarda güller, ezelden beri kendi bildiği gibi açmaktadır. Wilson prensipleri de çoktan gündemden düşmüştür.

Köylüler çok geçmeden uzaktan da olsa beyazperdede oynayanları izlemeye başlarlar. İşgalciler onların belli bir mesafeye kadar yaklaşmasına izin verirler. Ne de olsa medeniliklerini göstereceklerdir. Oysa "tek dişi kalmış bir canavar"dan başkası değillerdir. Onu da Anadolu'da bırakacaklardır.

Doç. Dr. Turan AKKOYUN

Afyon Kocatepe Üniversitesi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09

KONAK

28 Mart 2016 Pazartesi 09:20