Vandal Mıhtar-Mehtap Kuş

Vandal Mıhtar-Mehtap Kuş

BABAMA ... !

Sen gittikten sonra omzuma dokunup “Hayat devam ediyor…” diyenler haklıymış, hayat devam etti, ediyor… Gittiğinden beri semahta dünya; kirlenmeye yüz tutmuş, hatta iyiden iyiye kirlenmiş geniş eteklerini savura savura dönüp duruyor yorulmak bilmeden. Bildiğin gibi yani… Öyle şaşırtacak, afallatacak, bozguna uğratacak, çığlıkları attıracak şeyler olmadı. İzlediğim bir-iki filmi listeme aldım. Birkaç cümlenin altını çizdim okuduğum birkaç iyi kitapta… dediğim birkaç şarkı dinledim topu topu. (Kızma ama senin severek dinlediğin benim bir türlü sevmediğim o yırtık sesli kadını hala dinleyemiyorum... Safiye Ayla mı neydi.?) Üç-beş sokak bitiminde karşıma çıkan manzaraya şaşırmışımdır en fazla… O da ya Arnavut kaldırımında taşların arasında çıkmış bir fesleğendir, ya da köhne bir evin kapı koludur. Fazlası değildir… Değişik yerler görmedim. Başka bir ülkeye gitmedim. Yolunu kaybetmiş bir turiste yol tarif etmedim. Salıncakta bir çocuk sallamadım. Balık tutmadım. Akrilikten büyük tuvallere tablolar yapmadım. Saçlarımı sarıya boyatmadım. Tırnaklarımı yemekten vazgeçmedim. Merak ediyorsan, ellerim de eskisinden daha çok titriyor. Sağ omzumda, sol diz kapağımda ve başımda inatçı bir ağrı benimle birlikte yaşıyor. Yeni ve ilginç bir öyküm yok ne yazacak, ne anlatacak… Uzun zamandır şiir de okumadım, iki kelimeyi yan yana getirip ‘şiir-seli yakalamayalı da epey oldu. Aşık olmadım. Aşk üzerinde hiç kafa yormadım epeydir. Daha çok tartışmaları yaptım, hemfikir olduk, konuyu kapattık. Ünlü yazarın çok satan kitabını, ayaklarım kum yanıkları içinde, bir şezlongda güneşlenirken bitirdim. “Gideriz birlikte…”mediğin o balıkçı kasabasına da sensiz gittim birkaç kez. Deniz börülcesi, yeşil salata, patlıcan ezme, bol roka ve “benzemez kimse sana…” eşliğinde rakı içtim. Akşamüzeri… Sen bankta oturuyorsun. Sıradan, eskimeye yüz tutmuş bir bank. Şimdi anlatırken süslenecek bir tarafı olmayan bir bank. Üzerinde kışlık, kalın bir kazak var, el örgüsü galiba… Sanırım sen gittikten sonra, eşyalarının içinden aldığım, sakladığım ve arada onunla uyuduğum kırçıllı kazağın... yanılmıyorsam. Uzakta bir yere bakıyorsun. Yanına gelip oturuyorum, yüzüme kısacık bakıp, yüzünü döndürüp, baktığın yere bakmaya kaldığın yerden devam ediyorsun. İyi görünüyorsun. Hiç konuşmuyoruz. Biraz oturup seni orada bırakıp gidiyorum. duygusu olmalı içimde ama yok. Yine sen bırak git, ben asla gidemeyeyim, gitmeyeyim duygusu var daha çok… İşte en son bu rüya var elimde… Düşlerimde kırık dökük şeyler o geceden sonra. Ağlayarak uyanmıyorum artık. Yollarda kaybolmuyorum. Bağırmak istediğimde sesim, koşmak istediğimde ayaklarım, sarılmak istediğimde kollarım var artık. Seni bir daha görmedim hiç. Çok farklı bir şey yok anlayacağın. Bildik, aşina bir zamanın içinde o dev semahın eteğinden sıkıca tutup gözlerimi kapatıyorum, yaptığım bu, evet evet tam da bu aslında… Haberlerde ne var ne yok diyorsun… Aynı şeyler… Doğal afetler, trafik kazaları, terör, şehitler, işsizlik, maaş farkları, markalar, tüketim manyaklığı, süslü cümle kurma kaygıları, düşünce suçları, yargının, hukukun sorgulanamazlığı, türbanlı genç kızlar, çember sakallı genç erkekler, göbeği açık genç kızlar, bütün bedeni dövmeli genç erkekler, sivri burunlu ayakkabılı adamlar, leopar desenli çizmeli kadınlar, üretenler, dürtenler, gerinenler, içeridekiler, içeridekilere çok da kafa patlatmayan dışarıdakiler, güldürmeyen ucuz espriler, içinden çıkılamayan zeki cümleler, kredi kartı borçları, kira-elektrik-su paraları, mevsim normallerinin üzerinde seyreden balkanlardan gelen sıcak-soğuk-kar-ayaz-tipi-boran… Deprem oldu mesela. Doğuda çocuklar, kadınlar, adamlar, bebekler, hamileler, öğretmenler öldü. Onların haberlerini ağlayarak dinlerken ülkende yaşayan birçok insan, diye söylendi umursamaz, dahası üzüntümü küçümseyen ifadeyle… Hangisine daha çok üzüleceğimi şaşırdım. Yaralıları kurtarmaya giden görevliler, depremi haber yapmayan giden gazeteciler de öldü kaldıkları otele sağlam raporu verildiği için… Yağmurların da ayarı kaçık. Hep eskiyi özlediğim gibi eski yağmurları da özledim, diyeceksin şimdi… Yağdığında dükkanları, evleri sel, çamur basmayan yağmurlardan söz ediyorum. Hani şemsiyemiz olduğu halde açmadığımız, Arap kızı romantizminde camların buğusuna resimler yaptığımız, trafiğin içinden çıkılır halde olduğu, insaflı yağmurlar… Birkaç yıl önce senin mezar taşını alıp, başka yerlere götürmeyecek yağmurlar… Senin de anladığın gibi, gittiğinden beri devam ettiğini üzerine basa basa söyledikleri hayatın hiç tadı tuzu yok aslında. İzliyorum da sanki bir görevi yerine getirmeye çalışır gibi yaşıyoruz bir çoğumuz. Hayallerimizin içi dolu değil, amaçlarımız eksik, hedeflerimiz belirsiz, ayaklarımız isteksiz… Üzerimize gelen trenin ışığını tünelin ucundaki güneş gibi görmek işimize geliyor sanki. Bencilce yaşamayı marifet sayıyoruz. Çoğul düşünenlere de gibi büyük büyük cümleler kuruyoruz. Sen henüz gitmediğin zamanlarda da durum bu kadar vahim miydi? Yoksa ben mi yoruldum artık, çökecek yer arıyorum baba.. Gözlerin ; o bana ben olduğumu hatırlatan gözlerin... Ve ellerin baba... Hep o saçlarımda sevgi ile dolaşan ellerin... En çok özlediğim ; Tartışmasız bana KARA KIZIM dediğin sesin... Seni özlemek ne güzel şey BABA ! KARA KIZIN Mehtap Kuş

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Vandal Mıhtar-Mehtap Kuş Arşivi