“ADANALI ZİYA VE EVRÂK-I HAZÂN” YAYINLANDI

“ADANALI ZİYA VE EVRÂK-I HAZÂN” YAYINLANDI

  Afyonkarahisar Belediyesi, kültürel yayınlara olan desteğine bir yenisini daha ekledi. Belediye Başkanı Burhanettin Çoban ile birlikte Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü tarafından hazırlanarak halkımızın beğenisine sunulan yayınlar büyük ilgi görüyor.Son olarak Gazeteci- Yazar İbrahim Yüksel tarafından hazırlanarak Türk Edebiyatına kazandırılan Afyonkarahisar aşığı ‘Şair Adanalı Ziya ve EVRÂK-I HAZÂN isimli kitabın tanıtımı yapıldı. “ADANALI ZİYA AFYONKARAHİSAR AŞIĞIYDI” 15. kitabım Adanalı Ziya ve Evrâk-ı Hâzân ile kitapseverlerin karşısına çıkmanın mutluluğunu yaşadığını söyleyen Gazeteci- Yazar İbrahim Yüksel, “Diyebilirsiniz ki “Afyonlular çuvala mı girdi de tuttun Adanalıyı yazdın.” diyebilirsiniz. Edebiyat dünyasında doğum yeri göz önüne alınarak “Adanalı Ziya” olarak tanınan Ziya Bey, 72 yıllık ömrünün son 37 yılını Afyonkarahisar’da geçirmiş, Afyonkarahisar’da vefat etmiş, alkol bağımlısı olarak derbeder bir ömür sürmesine rağmen Afyonkarahisarlıların sanata ve sanatçıya verdiği değerin bir ifadesi olarak şehitliğe defnedilmiş büyük bir şairdir. Afyonkarahisar’a geldiği ilk yıllarda “Kaldım bir Karahisar içinde işitilmiyor eninim” diye yakınan Ziya Bey, ömrünün son yıllarında yeğenleri tarafından Adana’ya götürülmesine rağmen birkaç gün sonra kaçıp gelecek derecede Afyonkarahisar aşığı olmuş divan edebiyatının son temsilcilerinden, Namık Kemal ekolünün ateşli bir ferdi, heccav ve gazelhandır” diye konuştu. HAYATINDAN KESİTLER…. Konuşmasında Şair Adanalı Ziy’nın hayatından kesitler veren Gazeteci- Yazar İbrahim Yüksel, “Kendi kaleminden çıkmış birkaç satırlık biyografisinde yaşamını bir felaketler silsilesi olarak nitelendiren Ziya Bey, 1860 yılında Adana’da doğmuştur. Asıl adı Mıstandır. Ziya adını ona dönemin Adana Valisi olan ünlü Şair ve Devlet Adamı Ziya Paşa vermiş, onu eğitimi için İstanbul’a göndermiştir. Ziya Bey, İstanbul’a geldikten sonra girdiği Tıbbiye’den anatomi dersinde bir cesedin parçalara ayrılması üzerine ayrılır. Bu sırada Ahmet Rasim, Muallim Naci ve Cenap Şehabettin gibi devrin ünlü şair ve yazarlarıyla tanışır, bunların sayesinde Vakıflar İdaresi’nde iş bulur. Eline bol para geçince de Balıkpazarı meyhanelerine takılmaya başlar, giderek alkol bağımlısı olur. Bu arada yazdığı Abdülhamit istibdadına yönelik taşlamalar yüzünden peşine hafiyeler takılır, birkaç kez jurnal edilip hapse girer. Ziya, bir gün aşırı derecede sarhoş iken seraskerin arabasına yaklaşarak sövüp sayınca tutuklanır ve arkadaşlarının onu kurtarmak için deli olduğunu söylemeleri üzerine akıl hastanesine gönderilerek hapisten kurtulur. ŞEHİTLİĞE DEFNEDİLDİ Adanalı Ziya akıl hastanesine girerek büyük bir ceza almaktan kurtulur ama akıl hastanesi çıkışı Fizan’a sürülmekten kurtulamaz. 1894 yılında bir kolayını bulup Mısır’a kaçar, bir süre sonra da affedilir. Sürgün dönüşü İstanbul’a gelen Ziya, Afyonkarahisarlı Sadrazam Ahmet Cevat Paşa’nın himmetiyle 30 Haziran 1895 tarihinde Afyonkarahisar Evkaf Müdürlüğü’nde göreve başlar ve 12 Aralık 1910 tarihine kadar bu görevde bulunarak emekliye ayrılır. 37 yıl Afyonkarahisar’da yaşayan Ziya Bey,  26 Ağustos 1932’de vefat eder ve görkemli bir törenle Şehitliğe defnedilir. Adanalı Ziya, bir kıt’asında şöyle der: “Hezâr elhân bir kuş iken gülistân-ı şetârette, Kırıldı bâlîm, dûr düştüm âşiyânımdan, Yeri, me’vâsı yok kuştan ne nağme beklenir artık? Bilinsin rütbe-i ahzânım evrâk-ı hazânımdan.” ŞİİRLERİ SONBAHAR YAPRAKLARI GİBİ ORADAN ORAYA SAVRULMUŞ Adanalı Ziya’nın şiirlerinin sonbahar yaprakları olarak nitelendirildiğini söyleyen İbrahim Yüksel, “Buradan anlıyoruz ki Ziya Bey şiirlerini evrâk-ı hâzân yani sonbahar yaprakları olarak nitelendiriyor. Kitaba evrâk-ı hâzân adının vermemde bu nedenledir. Gerçekten de Ziya Bey’in alkol bağımlısı olarak sürdürdüğü sefil yaşamı sırasında bulduğu kağıt parçalarına yazdığı şiirler, sonbahar yaprakları gibi oradan oraya savrulmuş, yakın dostları tarafından şiirlerinin toplandığı defterler çalınmıştır. Dönemin edebiyat otoriterleri tarafından en kudretli şairlerden biri olarak gösterilen Ziya Bey’in edebiyat dünyasında hak ettiği yeri alamamasının en büyük nedeni, sanat ve edebiyatın merkezi olan İstanbul’dan çok uzaklardaki Afyonkarahisar gibi bir taşra kentinde yaşamış olması ve şiirlerini yayımlama yolunda son derece ketum davranmasıdır. Edebiyat tarihlerinde ve ansiklopedilere bakarsanız Ziya Bey hakkındaki kısa bir hayat hikâyesinin sonuna şöyle bir not düşülür. “ŞİİRLERİ BİR KİTAP HALİNDE YAYIMLANMAMIŞTIR.” İşte bu kitabı, o ezberi bozacak bir kitap olarak edebiyat dünyasına sunanın onurunu yaşadığımı bir kez daha ifade etmek isterim” dedi. Eserin yayınlanmasında başta Belediye Başkanı Burhanettin Çoban olmak üzere herkese teşekkür eden Gazeteci- Yazar İbrahim Yüksel, “Bu esere son noktayı koymak üzere iken, teknoloji özürlülüğümün bir sonucu olarak bilgisayarın azizliğine uğrayıp yazdıklarımın neredeyse tamamını sildirmiş olmama rağmen bunları kurtaran İsmail Avcıoğlu’na teşekkür borçluyum. Ayrıca çalışmalarım sırasında değerli yardımlarını gördüğüm Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi Müdürü Mevlüt Üyümez’e, Arkeolog Ahmet İlaslı’ya,Afyonkarahisar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü çalışanlarından Ramazan Gölcük ve Zakire Şahin’e, Afyonkarahisar Sultan Dîvânî Mevlevihane Müzesi Müdürü Hasan Özpunar’a, Milli Kütüphane Okuyucu Hizmetleri Şube Müdürü Nermin Avşar’a, Büyük bir özveri ile arşivini açarak eski yazı bazı metinleri okuyan AKÜ uzmanlarından Yusuf İlgar’a,Bugüne kadarki birikimlerini benimle paylaşan İrfan Ünver Nasrattınoğlu’na, Eserin editörlüğünü yaparak basıma hazır hale getiren AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim Tasarımı ve Grafik Bölümü Başkanı Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu’na, Eşim Zeynep ve biricik kızım, ALKÜ Eğitim Fakültesi DR. Öğretim Görevlisi Aslı Yüksel’e Afyonkarahisar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Emel Sarlık’a, ve özellikle de bu kitabın basımını sağlayan Belediye Başkanımız Burhanettin Çoban’ teşekkürlerimi sunuyorum” dedi. EMEĞİ GEÇENLERİ TEBRİK ETTİ Belediye Başkanı Burhanettin Çoban ise 54’ncü kültür yayınını Afyonkarahisarlılar’ın beğenisine sunmanın mutluluğunu yaşadıklarını kaydetti. Eserin yayınlanmasında emeği geçenleri tebrik eden Başkan Çoban, Afyonkarahisarlı olmadığı halde ilimizi sevip yerleşen Adanalı Ziya’nın şiirlerinin bu güne kadar kitaplaştırılamadığını öğrendiğini söyledi. Adanalı Ziya’ya ait birçok şiirin Taşpınar Dergisinden derlendiğini gördüğünü aktaran Başkan Çoban, eserin yayınlanmasında emeği geçen Gazeteci- Yazar İbrahim Yüksel, Belediye Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Emel Sarlık ve personeli ile herkesi  tebrik etti. Yapılan konuşmaların ardından Gazeteci- Yazar İbrahim Yüksel, tanıtım törenine katılanlara kitabı imzalayarak hediye etti.     Adanalı Ziya’ya dair Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi Adanalı Ziya’yı “Edebiyat dünyasında “XIX. yüzyılda taşrada yetişmiş şairlerin en kudretli olanlarından biri” olarak ün salmasına rağmen, şiirleri kitaplaştırılamamış ve unutulmaya mahkûm olmuş bir büyük şair…” olarak tanıtıyor. Kitabımızın yazarı Gazeteci-Yazar İbrahim Yüksel, Adanalı Ziya’yı “Çevresine ışıklar saçmasına rağmen, başına buyruk bir sefalet içerisinde, tarihin engin karanlıklarına gömülüp, gözlerden uzaklaştıkça gitgide sönmeye yüz tutmuş bir ziya... Dîvân edebiyatının son temsilcilerinden, Namık Kemal ekolünün önemli isimlerinden biri olmasına rağmen, döneminin şiir ve edebiyat merkezi durumundaki İstanbul’dan uzakta, Afyonkarahisar gibi bir Anadolu kentinde yaşadığı için gözlerden ırak kalmış bir derya.” olarak “Sessiz Tanıklar” kitabında bize anlatmış. Son Hâfız-ı Kütüplerden Afyonkarahisarlı Şair Bekir Sıdkı Sencer’e göre de Adanalı Ziya, “Dîvân edebiyatının tanınmış kudretli üstatlarından, şiirde olduğu kadar düz yazıda da yüksek derecede açık bir dille ve süslü sözlerle meramını anlatabilen bir şairdir. Namık Kemal okulunun en değerli evlâtlarındandır. Hele dîvân edebiyatında Fuzûlî’nin ince sanatı, Nef’î’nin gürültülü ve ateşli kudreti, Nedîm’in âhenk ve canlılığı, üstadın doğal yeteneklerindendir.” biri olarak gösteriliyor. Yazarımız İbrahim Yüksel, Adanalı Ziya’yı anlatırken “Mütevazı, kendisine atfedilen büyüklüğü bilen, ancak bununla böbürlenmeyen kimsedir. Mahviyetkâr ise kendisine atfedilen büyüklüğü de kabul etmeyen kişidir ki bunun karşılığı, Türk edebiyatına değerli eserler vermesine ve karşılığında herhangi bir şey almamasına rağmen, kendisini sıradan bir insan gibi değersiz gören Adanalı Ziya’dır. Eserlerini bir kitap halinde yayımlamayı teklif eden yakın dostlarına “Aman efendim, benim yazılarım günlük yazılar, harcıâlem sözlerdir. Bende ölmeyecek fikir ve yazı yoktur.” diye yanıt veren Adanalı Ziya’nın içki meclislerinde aşka gelip okuduğu şiirleri yazmak için tekrar etmesi istenildiğinde kesinlikle tekrarlamadığı, “Geçti, o zaman yazmalıydınız, unuttum gitti.” diye terslediği, yaşanmış bir gerçektir.” demektedir. Adanalı Ziya, kendi biyografisini “1276’da (M 1859/1860) Adana’da doğdum. Mezun olduğum okul Adana Rüşdiyesi’dir. Gençlik sazının hayat veren, iç açan nağmelerini uzun süre İstanbul’da dinledim. Ardından korku babası istibdâdın bir tokadını yiyerek 1310’da (M 1892-1893) soluğu Fizan hududunda aldım. Yaşamımın bundan sonraki bölümü, anlatılması çok zor bir felâketler zinciridir.” şeklinde verirken yine mütevazılığı elinden bırakmamaktadır. Ömrünün 37 yıllık süresini Afyonkarahisar’da geçiren Şairimiz Adanalı Ziya çok kısa bir süreliğine gittiği Adana’dan dönerken kalması için kendisine ısrar edenleri “Siz bana bir kefen alırsınız. Afyon’da herkes bana birer kefen alır. Defolun!” diyerek yanından kovmuştur. Çok sevdiği Afyonkarahisar’a dönerek hayatının sonuna kadar Afyonkarahisar’da kalmıştır. Gazeteci -Yazar İbrahim Yüksel, bir alışkanlığı da yok sayarak nesir olarak bir önsöz yazmak yerine sonsözü kitabın son bölümüne almıştır. Önsöz olarak da yazdığı bir kıtayla okuyucularına seslenmiştir. Adanalı Ziya’nın bugüne ulaşabilmiş şiirlerini bir bütün halinde edebiyat dünyasına kazandırmanın mutluluğunu yaşayan Gazeteci-Yazar İbrahim Yüksel, Afyonkarahisar Belediyesini de bu mutluluğa ortak etmiştir. Çalışkan, üretken ve özgün çalışmaları ile yakından tanıdığımız İbrahim Yüksel’e bu özel çalışmasından dolayı Afyonkarahisarlılar adına teşekkürlerimizi sunuyorum. Yazarımız İbrahim Yüksel’in, Adanalı Ziya ve Evrak-ı Hazan isimli eserinde katkısı bulunan İsmail Avcıoğlu’na, Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi Müdürü Mevlüt Üyümez’e, Arkeolog Ahmet İlaslı’ya, Arkeoloji Müzesi’nin değerli çalışanlarına, Afyonkarahisar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürümüz E. Emel Sarlık’a, Grafikerlerimiz  Ramazan Gölcük, Afyonkarahisar Sultan Dîvânî Mevlevihane Müzesi Müdürümüz Hasan Özpunar’a, Milli Kütüphane Okuyucu Hizmetleri Şube Müdürü Nermin Avşar’a, büyük bir özveri ile arşivini açarak eski yazı bazı metinleri okuyan AKÜ uzmanlarından Yusuf İlgar’a, bugüne kadarki birikimlerini Yazarımız İbrahim Yüksel ile paylaşan İrfan Ünver Nasrattınoğlu’na, eserin editörlüğünü yaparak basıma hazır hale getiren AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim Tasarımı ve Grafik Bölümü Başkanı Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu’na, Gazeteci-Yazar İbrahim Yüksel’in eşi Zeynep Yüksel ve kızı Alanya Allaaddin Keykubat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Aslı Yüksel ile bilhassa uzun uğraşlar sonucu eserin kitaplaştırılmasını sağlayan Gazeteci-Yazar İbrahim Yüksel’e Afyonkarahisarlılar adına minnettarlığımı sunuyorum. Bu çalışma sayesinde Afyonkarahisar aşığı bir Şair Adanalı Ziya’nın şiirleri kaybolmaktan kurtarılmış bir kitap bütünlüğünde yayımlanmıştır. Kitabımızı Türk Edebiyatı’na ve kitabı severek dost edinen herkese hediye ediyorum. Burhanettin ÇOBAN                                                                   BELEDİYE BAŞKANI SONSÖZ   Dîvân edebiyatının son temsilcilerinden ve Namık Kemal ekolünün en değerli evlâtlarından biri olan Adanalı Ziya’nın Evrâk-ı Hazân’ını günümüze ulaşmayı başarabildiği kadarıyla siz değerli okurlara sunabilmiş olmak, bizim gibi yazarken değil, yazdıklarını bastırırken en büyük sıkıntıları çeken yazar-çizer takımı için mutlulukların en büyüğüdür. Hele Ziya Bey gibi hak ettiği yeri alamamış bir şairin, yazıldıklarının üzerinden neredeyse 100 yıl geçmiş şiirlerinin edebiyat dünyasına kazandırılması söz konusu olunca bu mutluluk kat kat artmaktadır. Elbette ki ben doğmadan 23 yıl önce vefat eden Adanalı Ziya ile yüz yüze görüşmüşlüğüm, oturup konuşmuşluğum yoktur. Kendisine “Ali Amca” diye hitap ettiğim, gazetecilikteki meslek büyüklerimden, şairliğine hayran olduğum Ali Türk Keskin’in, benim gibi genç bir gazeteciyi adam yerine koyarak defnedileceği mezar konusunda vasiyette bulunması sayesinde Adanalı Ziya’yı tanımıştım. Ali Türk Keskin’i Adanalı Ziya ve Vehbî’nin yanına defnetmekle vasiyetini yerine getirebilmiş olmanın engin huzurunu yaşarken, bir gün düşündüm ki üç şairin koyun koyuna yattığı mezarı, bizim kuşaktan başka kimse bilmiyor. Biz de göçtükten sonra kimsenin bilmesi de mümkün olmayacak. Türkçe yazılı bir mezar taşı olmadığı gibi, üzerindeki eski harflerle yazılı hece taşını okuyabilecek insan sayısı da yok denecek kadar az. Kaldı ki okuyabilenler olsa bile bu mezarın Naciye Hanım adında genç bir kıza ait olduğunu görecekler. Hal böyle olunca, Şairler Mezarı belki yer olarak kaybolmayacak ama üç şairin bir mezarda yattığı unutulup gidecek. Bu konunun bir yerlerde yayımlanarak kayda geçmesi düşüncesiyle hazırladığım “Bir Mezarda Üç Şair (Adanalı Ziya, Çizmecioğlu Vehbî, Ali Türk Keskin)” başlıklı bildiriyi VII. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu’nda sundum. Bildiri, diğer konuşmacıların sunumları ile birlikte bir kitap haline getirilerek VII. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri başlığı altında yayımlandı.Bu bildiriyi hazırlarken Adanalı Ziya’yı daha yakından tanıma fırsatını bulunca gördüm ki koskoca bir okyanusun kenarındayım. Bu deryadan bir damla daha alarak yazdığım Sessiz Tanıklar başlıklı kitabımın ana konularından biri de Adanalı Ziya oldu. Bu çalışmalarım sırasında, Ziya Bey’in kendisi gibi perişan bir halde bulunan ve hazan yaprakları gibi oradan oraya savrulan şiirlerini bir kitap bütünlüğünde bastıramamış olmasının acısını, Nasrettin Hoca’nın “Damdan düşen gelsin yanıma” dediği gibi her daim yüreğimde hissederdim. “Bilinsin rütbe-i ahzânım evrâk-ı hazânımdan” mısraı ile biten kıt’ası beni çok etkilemişti. Birilerinin, elde kalanları da yitip gitmeden Evrâk-ı Hazân’ı acilen gün yüzüne çıkarması gerekliydi. Hele Gökdemir Bey, Adanalı Ziya’ya söylediği “Gelecekteki edebiyat tarihçileri, yüzyılların karanlıkları içerisinde bir Ziya arayacaklardır. Buna kesinlikle inanınız.” şeklindeki sözleriyle, sanki beni işaret ediyormuş gibi geldi. Yanlış anlaşılmasın, kendimde “edebiyat tarihçisi” gibi bir keramet vehmettiğimden değildi bu seziş; olsa olsa durumdan vazife çıkarmaktı. Adanalı Ziya’yı her geçen gün gözlerden ve gönüllerden uzaklaştıran yılların karanlıklarına küfür etmek yerine, bir mum yakmayı tercih ettim ve birilerinin bunu yapmasını bekleyeceğime elimi taşın altına sokmayı kendime bir görev bildim. Şu an elinizde bulunan bu eserle, Üstadın en azından bugünlere ulaşabilmiş şiirlerini tarihin sonsuzluklarına gömülmeden kütüphanelere sokabilmiş olmanın sonsuz mutluluğu içerisindeyim. Bu esere önsöz yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda, parmaklarım bir türlü tuşlara varmadı. Övgülerle dolu kuru bir önsöz, ömrü boyunca hayatı “tîye” alan Ziya Bey gibi mahviyetkâr bir şair için hoş olmayacak gibi geldi nedense. Ardından bir kıt’a döküldü gönlümden ekrana, haddim olmayarak…“İşte bu!” dedim kendi kendime, “Ziya Bey gibi bir şaire, şiirsel bir önsöz yakışır.” Hayatta olsaydı, “Be hey âdem! Sen buna şiir mi diyorsun?” diyerek “Asrî edât-ı istifham” adını verdiği bastonuyla beni kovalar mıydı bilmiyorum, ama Ziya Bey gibi bir gönül adamının, bir hayranının en içten duygularıyla gönlünden dökülen bu mısralarla ilgili hadsizliğini hoş karşılardı diye düşünmeden de edemiyorum. Ziya Bey’in kendi ağzından zorla alınan birkaç satırlık biyografisi dışında, yakınındaki insanların anlattıklarıyla oluşan, çilelerle dolu derbeder yaşam öyküsü içerisinde şiirlerinin önemli bir bölümünün de ne yazık ki heba olduğunu görüyoruz. Gazete, dergi gibi yayın organlarında yayımlandığı için günümüze kadar ulaşabilen şiirlerinin tamamını derleyebildiğimi söylemem mümkün değil. O dönemde yayımlanan gazete ve dergilerin düzgün bir arşivlerinin olmamasının yanı sıra, eski harfleri bilmediğim için harf devrimi öncesi yayımlanan şiirlerin tamamına ulaşamadığımı itiraf etmeliyim. Yeni harflerle yayımlanmış olan şiirleri, yaşanmış öyküleri, elim erdiğince, aklım yettiğince toplamaya çalıştım. Ulaşabildiğim şiirlerin tamamı elinizdeki kitabın Evrâk-ı Hazân bölümünde bir bütün halinde yayımlandığı için tekrara düşmemek adına şiirler arasından seçmekte zorlandığım, birbirinden güzel beyitlerle dost ve arkadaşlarının anılarını harmanlayarak Ziya Bey’in yaşam öyküsünü, dünyaya bakışını, yaşamı algılayışını kendi ağzından aktarmak istedim. Bu esere son noktayı koymak üzere iken, teknoloji özürlülüğümün bir sonucu olarak bilgisayarın azizliğine uğrayıp yazdıklarımın neredeyse tamamını sildirmiş olmama rağmen bunları kurtaran İsmail Avcıoğlu’na teşekkür borçluyum. Ayrıca çalışmalarım sırasında değerli yardımlarını gördüğüm Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi Müdürü Mevlüt Üyümez’e, Arkeolog Ahmet İlaslı’ya, Arkeoloji Müzesi’nin değerli çalışanlarına, Afyonkarahisar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü E. Emel Sarlık’a, Grafikerler Ramazan Gölcük, Zakire Şahin ve Rabia Çalış’a, Afyonkarahisar Sultan Dîvânî Mevlevihane Müzesi Müdürü Hasan Özpunar’a, Milli Kütüphane Okuyucu Hizmetleri Şube Müdürü Nermin Avşar’a, büyük bir özveri ile arşivini açarak eski yazı bazı metinleri okuyan AKÜ uzmanlarından Yusuf İlgar’a, bugüne kadarki birikimlerini benimle paylaşan İrfan Ünver Nasrattınoğlu’na, eserin editörlüğünü yaparak basıma hazır hale getiren AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim Tasarımı ve Grafik Bölümü Başkanı Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu’na, eşim Zeynep ve biricik kızım, Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Aslı Yüksel’e, bu eserin basımını gerçekleştirerek Türk Edebiyatı’na kazandıran Afyonkarahisar Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’a teşekkürlerimi sunuyorum. Gönül isterdi ki Adanalı Ziya’nın şiirlerini günümüz Türkçesine çevireyim, aruz kalıplarını, söz sanatlarını bulayım ve edebî değerini ayrıntılı bir biçimde ortaya koyabileyim. Ancak liseden kalma kıt dîvân edebiyatı bilgimle bunu yapabilmek Ziya Bey gibi bir deryayı, bir ceviz kabuğu içerisinde keşfe çıkmaktan farksız olacaktı. Binaların, üst üste dizilmiş taşlarla yükseldiği gerçeğinden yola çıkarak, en azından, var olan şiirleri toplamanın, Bekir Sıtkı Sencer ve Enver Ergun’un koydukları taşların üzerine bir taş daha koymak olacağı düşüncesiyle hazırladığım bu eser sayesinde, başta Adanalı Ziya olmak üzere, Vehbî’den Ali Türk Keskin’e, Faruk Şükrü Yersel’den Enver Ergun’a, Bekir Sıtkı Sencer’den A. Mahir Erkmen’e tüm gönül dostlarının ruhlarının şad olacağına inanıyorum. Son söz olarak ben de Gökdemir Bey gibi diyorum ki: “Günün birinde işin uzmanı bilim adamlarımız, Ziya Bey’in edebî değerini kapsamlı bir şekilde inceleyerek Evrâk-ı Hazân’ı da günümüz Türkçesine çevirip genç kuşakların anlayabileceği bir hale getireceklerdir. Buna inanınız.” Şiirle başladığım bu esere, yayın hayatına kazandırılmasından duyduğum sevinci paylaşmak için yine bir dörtlükle son noktayı koymak istiyorum: Karanlıkta bir Ziya, ararsa bulur insan, Böylesi bir mutluluk, hakîre oldu ihsan. Evrâk-ı Hazân düştü, şimdi kütüphaneye, Ötsün bülbül, açsın gül, yüz gülsün, coşsun lisan.                                                                                    İbrahim YÜKSEL  

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.